25 Nisan 2018 Çarşamba

Uluslararası İlişkiler Teorileri / Realizm - Şükrü Şimşek




ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİ / REALİZM

Şükrü ŞİMŞEK






Uluslararasıİlişkiler alanındaki teorilerde realist teoriler önemli bir yer teşkiletmektedir. Dünya siyaset tarihine bakıldığında kavimlerin, devletlerin veimparatorlukların her alanında çok uzun süreleri kapsayacak vaziyette realizminetkisini görebilmek mümkündür. Realizm, uluslararası ilişkilerin kuramsalgelişimini fazlasıyla etkilemiştir. Bu teori öyle etkili olmuştur ki bu teorinin karşı tezini savunan yeni teorilerin çıkmasına dahi neden olmuştur. Bu büyük teorinin gelişim aşamaları içerisinde ortaya çıkan yapısalcı realizm ( neorealizm) , neoklasik realizm gibi yeni realist akımlar da uluslar arası ilişkiler literatüründe zamanla yerini almıştır. Uygulanışı hakkında ki örnek olayları da verilecek bu makalede realizmin siyasete etkisi ve sonuçları değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Realizm, Klasik Realizm, Neorealizm, Realist Düşünürler



GİRİŞ

Geçmişi oldukça eskiye dayanan realizm siyasi aktörler, akademisyenler ve hukukçular tarafın­dan hala incelenen bir teoridir. Realizm kelime anlamı olarak gerçekçilik kavramına karşı gelmektedir. Ancak, gerçekçi anlamındaki realizm uluslararasındaki realizm ile aynı anlam kapsamına girmemektedir. Realizm, uluslararası ilişkiler disiplinine göre tüm devletlerin idealler veya ahlaki değerler yerine genel anlamda ekonomik ve askeri güç peşinde olmasıdır. Realizm, temelde devletlerin birbiriyle işbirliği yapmaya yanaşmayacağını, işbirliği halinde dahi öncelikli olarak kendi çıkarlarını gözeteceğini belirtir. Bu bağlamda realist teoriler güç dengesi, çıkar peşinde koşma gibi konularla yakından ilişkilidir. Bu teoriye göre devletlerarasındaki işbirlikleri kısa süreli ve olayda çıkarı elde edene kadardır. II. Dünya Savaşı ile ulus devlet anlayışının oldukça rağbet ettiği realizmin kurucuları Thucydides, Morgenthau, Machiavelli ve Thomas Hobbes olarak kabul edilir.
Uluslararası anarşi ve güç politikası konularını teorik düşüncesinin temeline alan Realizm felsefi anlamda Thomas Hobbes ve Niccolo Machiavelli’nin çalışmalarına dayanmaktadır. Bu düşünürlerin fikirlerini yazımızın devamında inceleyebilirsiniz. Milletler Cemiyeti’nin I.Dünya Savaşı sonrası güvenlik ortamını sağlamakta yetersiz kalması ve II. Dünya Savaşına engel olamaması uluslararası ilişkilerde realist yaklaşıma büyük güç kazandırmıştır.[1]1046’dan sonraki devletlerarası güç rekabetinin var olduğu Soğuk Savaş döneminde realist yaklaşım, devletlerin güvenlik anlayışında hâkim teori konumuna gelmiştir.
Realist anlayış 1946’dan günümüze kadar uluslararası ilişkilerde özellikle tercih edilen bir teori haline gelmiştir. Bu yazıda realizmi, realizmin kabullerini, eleştirilerini, realizmi ortaya koyan fikir adamlarını ve onların görüşlerini inceleyeceğiz ve realist anlayışla ortaya konan devletlerarası realist ilişkileri inceleyeceğiz.


ULUSLAR ARASI İLİŞKİLERDE REALİST TEORİ VE KABULLERİ[2]
Realizm, II. Dünya Savaşı sonrası yaygınlaşan ve kabul gören bir uluslararası ilişkiler teorisidir. Niccolo Machiavelli, Hans Morgenthau, Thucydides, Thomas Hobbes, Kenneth Waltz, George F. Kennan, Edward Hallett Carr Realizm’in en güçlü temsilcileridir. Realist düşünce, I. Dünya Savaşı sonrasında başarısız olan idealizme tepki olarak ortaya çıkmış ve bütün dünyada hâkimiyetini ilan etmiştir. Realist düşünürler, idealistleri hayalperest ve ütopyacı olarak görürler. Var olanla değil olması gereken şeylerle ilgilendikleri için bütün idealistleri eleştirirler.Savaşları kaybeden devlet liderlerini gerçek,ayağı yere basan,gücün ve otoritenin etkisinin net olarak görüldüğü planlar yapmadıkları için savaşı kaybettiklerini ifade ederler.
1950-1960’lı yılların önde gelen realist düşünürü ve “Modern Realizm”in en önemli temsilcisi Hans Morgenthau’dur. Morgenthau, II. Dünya Savaşı ve sonrasında oluşan siyasal buhran ve denge ortamında güçlü devlet olmanın önemini anlamış ve ulusal çıkara dayalı devlet yönetimlerinin başarıya ulaşabildiğini müşahede ettik onun için bu yönteme dayalı yönetim anlayışının önemini savunmuştur. Bir devlet ne kadar güçlü ve otoriter olursa çıkarlarına o kadar çabuk ve tartışmasız ulaşabilir bunun dışındaki bütün uygulamalar hayalperestliktir. Belki duygusal olan insanoğlunun hayatında hayalperestlik bir çıkış noktası olabilir ancak devletlerin duyguları yoktur. Onların gücü ve otoritesi vardır ve ulaşmak zorunda oldukları ertelenemez çıkarları vardır. Morgenthau’ya göre uluslararası ortam bir güç mücadelesinin arenasıdır. Dolayısıyla uluslararası ilişkiler de bu acımasız arenada gücün konuşturulmasıyla gerçekleştirilir. Morgenthau’ya göre realizm altı ana ilkeden oluşmaktadır.[3]
            1. İnsanoğlu yaratılışı itibariyle bencildir, kötüdür ve acımasızdır. Uluslararası politika insanoğlu tarafından yapıldığı için doğal olarak insanın bu acımasızlığını ve kötülüğünü mutlaka taşır. İyi niyetle uluslararası ilişkilere yaklaşmak dünyanın en saçma davranışıdır. Bu, idealistlerin ve liberallerin ortala koyduğu uluslararası ilişkiler yaklaşımları tamamen ütopiklikten ve hayalperestlikten ibarettir. Yani realistlere göre insan doğası idealist veya liberallerin belirttiği gibi iyi değildir. İnsanlar bencil canlılar oldukları için hayatta sadece kendi çıkarlarının peşinde koşarlar. Hatta bunu “Önce can, sonra canan” kalıbıyla atasözleri sözlüğüne kaydetmişlerdir. Bu söz insanoğlunun bencil bir canlı olduğunun ispatı değildir de nedir?
2. Realizme göre uluslararası ilişkiler “ Güç” mücadelesinden ibarettir. Güç kavramı realist yaklaşımın en önemli unsuru ve uluslararası huzursuzluk ve çatışmaların çözüm dinamiğidir. Uluslararası ilişkiler kaynağını genellikle çatışmalardan alır ve anlaşmazlıklar genelde savaşla çözülür. Bu savaş, bazen ekonomik, bazen siyasal, bazen de askeri unsurların marifetiyle yapılır. Lakin realist yaklaşım genel itibari ile savaşı tercih etmez. Onlar her zaman” Güç Dengesi”nden  (Balance of Power)  yanadır. Güç dengesini ancak ve ancak kendi lehlerine bir gelişme olacaksa bozarlar. Güce önem veren devletler genellikle büyük devletlerdir. Güç dengesi istiyor olmaları, savaştan uzak durmaya çalışmalarının nedeni “Büyük devlet kaybederse büyük kaybeder” anlayışıdır. İşte bunun için “Güç Dengesi” adı verilen bu uluslararası ilişkiler yaklaşımı realistlerin en önemli siyaset yaklaşımıdır
3. Realizm, çıkar odaklıdır. Çıkar demek, ulaşıldığında devleti güçlü kılacak hedeflerdir. Realistler o hedefe ulaşmak için her şeyi mübah görürler. Çıkar devletin gücünü arttıracağı için verilen mücadele realistler için çok yüksek derecede önemelidir. Yani saf realist düşünce, devletin çıkarlarını ve gücünü geliştirme çabasıdır. Bir devlet mücadeleye kazanmak için girer. Kazanırsa çıkarlarına ulaşmış olur. Bu da ancak gücü yerinde ve zamanında kullanım ile ilgilidir. Önemli olan devletin çıkarı ise gücün her türlüsünü kullanmak realistlerin en büyük düsturudur.
4. Realistlere göre devletlerin ahlakı yoktur; çıkarları ve hedefleri vardır. Realist bir devlet anlayışına göre gücünü arttırmak, çıkarlarını gerçekleştirmek için ahlaksızca davranmak gayet doğaldır. Çünkü insan kötüdür, işte bunun için onlara iyi davranmaya pek gerek yoktur. Gücü gören bütün kötüler yola gelir.Bir davranışın ahlaklı,etik olup olmaması önemli değildir;önemli olan uygulanan gücün hedefi gerçekleştirip gerçekleştirmediğidir. Machiavelli, ilk defa bu konuda amaca ulaşmak, devletin çıkarlarını gerçekleştirmek için ahlaksızca, ikiyüzlüce, bencilce davranmak mübahtır; skolâstik düşünce, kilise baskısı çıkarlar söz konusu olduğunda göz ardı edilmelidir. Devlet yok olursa kilisenin de yok olacağı tartışılmaz bir sonuçtur, demiştir. Realistler çıkarların önünde durma ihtimali olabilecek şeriatı tamamen yok göz ardı etmişlerdir. Dinin devlet için ne dediği önemli değildir, devletin çıkarları önemlidir. Din de devletin çıkarları için çalışmalıdır, şu etik bu ahlaki ya da ahlak dışı şeklinde devlet yönetimine müdahale etmemelidir.
5. Uluslararası ilişkiler özerk (otonom) bir alandır, ekonomi ve hukuk gibi bağlayıcı, devlet egemenliğini paylaşmaya açık bir alan değildir. Her devlet kendi çıkar, gücü ve siyasal bütünlüğü ile vardır. İşbirliği devletleri zayıflatabilir. Bu zayıflık işbirliği yaptığın devletlerin saldırısına, müdahalesine neden olabilir. Bu durum realistler açısında kabul edilemez bir durumdur. Realistler hayata pesimist (olumsuz, negatif, kötümser) baktıkları için iyi niyetli bir devlet yapısından ziyade güçlü, dokunulmaz bir devlet olmanın daha önemli olduğunu savunurlar. İşte bu sebeple devletler uluslararası ilişkilerde işbirliği ortaklık gibi kavramlardan ziyade çıkarcı ve güç taraftarı bir tabiat sergilerler.
6. Realistlere göre ulus devlet ve onun devamı çok önemlidir. Devletin üstünde bir güç bir otorite asla kabul edilemez. İşte bu düşüncenin tezahürü olarak uluslararası örgütler ve bu örgütlerin devletleri bağlayıcı etkileri tam egemenliği ortadan kaldırdığı için kabul edilemez demişlerdir. Mesela NATO, Birleşmiş Milletler, paktlar realistlere göre gereksiz örgütler ve kuruluşlardır. Bu tip kuruluşlar az ya da çok devletin çıkarlarını yok sayabilir düşüncesi realistleri böyle düşündürtmüştür. Devlet başkalarının gücüyle değil kendi gücüyle ayakta kalmalıdır. Güçlü devletlerin insanları ancak böyle güvende ve mutlu yaşarlar. Realizm devleti küçülten sınırlayan etkisini azaltan liberalizme ve işbirliği getirdiği mutluluk ve huzur ortamıyla devlet yönetmeyi hayal eden idealistlere tamamen karşıdır.
Yukarıda bahsedilen klasik realizmin en temel kanunları sırtını dayadığı, güç aldığı fikirleridir. II. Dünya Savaşından sonra gücü devlet yönetim arenasında hissedilen realizm karşısında liberal fikirler yükselişe geçti. Liberaller, realizmin bu katı, insanı önemsizleştirip devlet karşısında bir hiç sayan acımasız tavrı eleştirildi. Bu eleştiriler sonucunda Neorealizm akımı ortaya çıktı.

NEOREALİZM (YAPISAL REALİZM)[4]
Kenneth Waltz’ın 1979 yılında kaleme aldığı Uluslararası Politika Teorisi (Theory of International Politics) adlı kitabıyla neorealizmin temel yasalarını ortaya koydu. Klasik realizmin insan faktörünü saf dışı bırakan eksikliklerini gidermek için yazdığı bu kitapta klasik realizmin sadece ulus-devletlere yönelik yapılan bu klasik realist teorileri değiştirmeyi amaçlayan Kenneth Waltz, klasik realizmin dış politikadaki sınırlandırıcı ve koşullandırıcı etkisine dikkat çekti. Neorealist yaklaşıma göre siyasi yapıyı üç ana madde ile tekrar tanımladı. Bunu göre:
1. Devletlerarası sistem anarşiktir. Waltz’a göre bu anarşik uluslararası sistemde her bir devletin öncelikli amacı egemenliği ve güvenliğini korumaktır. Bu koruma içgüdüsü sistemi konjonktürel ortamda uluslararası durumun hassasiyetine göre kendi kendine meydana gelir. Anarşinin temel nedeni devletlerin milletleriyle, ülkeyi ayakta tutan bütün parametrelerle birlikte ayakta kalabilmek arzusudur.  
            2. Uluslararası ilişkilerde devletler olayın temel aktörleridir. Karar alıcıların en etkin rol oynadığı bu durum karar alınıp uygulamaya konulduktan sonra tüm ülkeyi ve bütün yönleri dâhil tüm devleti sorumlu kılar. Yani karar alıcılar karı alır uygular uygulama devlete atfedilir. Karar alıcıların ince eleyip sık dokuyarak aldıkları kararlar, uluslararası ve ulusüstü tandansta çıkarlarını gerçekleştirmek için yapılan girişimlerdir.
3.Devletler kuruluş amaçları idealleri düşünüldüğünde fonksiyonel anlamda aynı işlevdedirler. Bir milletin ya da yönettiği toplumun tüzel kişiliğinin temsilcisi durumundadır. Ancak her devletin kapasiteleri farklıdır. Kapasiteden kasıt sahip oldukları dünyevi imkânlar teknoloji enerji nüfusu coğrafyası, askeri ve siyasal gücüdür. İşte devletlerin bu özellikleri onları çap anlamında beş kategoriye sokar bunlar: A)Süper Güç    B)Büyük Güç    C)Orta Güç     D)Küçük Güç     E)Minik Güç    işte kapasite budur.   
Yukarıda da belirttiğimiz gibi uluslararası sistemin çıkara dayalı ilişkiler sistemi olduğu için hep gergin ve hep bencil bir ortamdır. Bu nedenle her zaman anarşik bir yapı hâkimdir. Anarşik yapı nedeniyle de mükemmel, kususrsuz bir uluslararası işbirliği pek yoktur. Bazen birlikler kurulur ancak bu bile devletlerin kendilerini sağlama alma girişimlerinin bir tezahürüdür. Yani böyle bir ortam düşünüldüğünde ülkeler bütün parametreleriyle sadece kendilerine güvenmek zorundadırlar. Çünkü diğer devlet partnerinin çıkarını asla düşünmeyecektir. Göreceli kazanç ortamı bu işbirliklerinin en bariz özelliğidir. Göreceli kazanç ise böylesine çetrefilli anarşik bir sistemde bir devlet ancak diğer devletten daha çok kazanacaksa veya eşit ölçüde kazanıp güç dengesi bozulmayacaksa işbirliğine yanaşmalıdır şeklindeki bir kazanç şeklidir. Waltz’a göre güç dengesi süreklilik göstermekte; ister iki kutuplu olsun isterse çok kutuplu olsun her ikisinde de güç dengesi sistemin ana özelliğidir. Çok kutuplu sistemlerde söz konusu olan karşılıklı bağımlılığın artması da istikrarı azaltan bir diğer unsur olarak değerlendirilmektedir.
Sonuç olarak realizme tepki ve dönemin yaşanan gelişmelerin etkisi olarak 1970li yıllarda neorealizm akımı ortaya çıkmıştır. Neorealizm, klasik realizmin egemen devletlerin uluslararası anarşi içinde var oldukları gibi bazı noktalarını kabul eder. Klasik realizmden ayrımı ise insan doğası ve devlet yönetimini konusunda daha bilimsel bir açıklama getirmeye çalışmasıdır.

KLASİK REALİZMLE NEOREALİZMİN FARKLARI
1-Realistler politikalar uluslararası ilişkileri devletlerarası etkileşim süreci olarak görmekteydi. Oysa neorealistler uluslararası etkileşime bakarken yapısal ve tek tek devletlerin kendilerinden kaynaklanan devlet düzeyindeki nedenleri ayrı ayrı ele alıyorlar. İşte bu nedenle Waltz’a göre klasik realizm tümevarımcı, neorealizm ise daha çok tümdengelimcidir.
2-Neorealist Waltz’a göre ise “Güç” tek başına bir “Amaç” olmaktan ziyade, şartlar oluştuğunda ve gerektiğinde başvurulabilecek bir “Araçtır”. Olağan üstü durumlarda devletlerin nihai endişesi “güç” değil “güvenliktir”. Ama klasik realizmde “Güç ve Çıkar” her şeyin önündedir. Bu iki unsur olduktan sonra devlet birçok şeye sahip olarak düşünülmektedir.
3-Waltz’a göre, uluslararası ilişkilerde devletlerin birbirlerine karşı tutumlarını yumuşatmaktadır. Uluslararası ortam o devleti etkilerken devlet de uluslar arası ortamı etkilemektedir. Klasik realistlere göre uluslar arası ortamı devletler onların güce belirler.
4-Klasik realistler gibi neorealistler de (Waltz da) uluslararası ilişkilere ortamını “Anarşik yapı” olarak değerlendirmektedir. Bu durumun uluslararası düzeyde merkezi bir otoritenin, bireyleri ve kurumların nasıl davranacaklarını yazıldığı anayasal metinlerin bulunmamasından kaynaklanmaktadır. Klasik realizmde başka bir otorite kabul edilemediği için bu hukuk sistemi devreye giremez ve anarşik ortam devam eder. Ancak neorealistler, ortak hukuk kurallarının bulunduğu bir otoritenin olması devletlerin bağımsızlıklarına bir halel getirmeyeceğini aksine bu sistemle devletlerin daha güçlü olacağı ifade etmektedirler.
5-Neorealistlere göre de devletin üstünde bir otorite elbette yoktur, ama gerçekte devlet her şeyi kendi başına yapamaz çünkü devletin gücü karşı tarafın gücüne bağlıdır. Ancak gücü yettiği ölçüde otoriteyim diyebilirsin. İşte bunun için ortak zeminde buluşabilmek “Ortak, ilgili devletlerin uyabileceği bir kurallar metni” bağımsızlığı net olarak güçlendirmektedir. Klasik realistler ise bunun tam tersini düşünmektedir.
6- Klasik realizm tümevarımcı, neorealizm tümdengelimcidir.
7-Neorealizm etkileşen birimlerle uluslararası sonuçlar arasındaki nedensellik ilişkisini kurarken, klasik realizm sadece sonuçlarla ilgilenir.
8-Klasik realizm devletlerin dış politikasını bilardo topu varsayımı olarak düşünür. Neoralizm devletlerin dış politikasını devletlerin egemenlik altına alınma korkusu olarak düşünür.


TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASININ REALİST BAKIŞ AÇISIYLA DEĞERLENDİRİLMESİ
Türkiye’nin kuruluş düşüncesi idealist –liberalist bir düşüncenin tezahürüdür. Cumhuriyet de Türk toplumunu idealist ve liberalizme götüren bir Türkiye yapısına dönüştürebilmek maksadıyla seçilmiş bir yönetim biçimidir. Cumhuriyet ve ulus-devlet birbirini tamamlayıp ilerleyebilecek bir organik bağa sahiptir sahip oldukları için tercih edilmiştir. Batılılaşma ve dolayısıyla modernleşme mücadelesi işte bu tercihin bir sonucudur. Modern, muasır medeniyetler seviyesine ulaşmış aydın kendi kendini yöneten tek bir kişinin iki dudağı arasından çıkacak olanlarla kaderinin belirlenmediği fikri ve vicdanı hür bir Türkiye için ülkenin yönü Batı’ya döndürülmüştür. Özellikle 1920’den 2016 ya kadar kim ne derse desin Batı, Türk toplumunun yürüdüğü anayön olmuştur. Türkiye’nin genel, büyük dış siyaset fotoğrafına baktığımızda –dönemsel olarak Batı’dan vazgeçişler ya da ağırdan alışlar hariç- Osmanlı’nın son dönemlerinden -1800’lerden-  günümüze kadar Batı, oluşturduğumuz ana hareket noktası olmuştur. Kendilerini en dindar nesil olarak ifade eden, bizim köklerimiz Asya ve Ortadoğu’da, İslam geleneğinden başkası bizim kendimizi bulacağımız yer değildir, işte bu minvalde toplumları kucaklayan Osmanlı devlet geleneğini canlandırmalı ve Osmanlıya geri dönmeliyiz, Jeopolitik, tarihi ve kültürel anlamda Yeni Osmanlıcılık” akımı başlatmalıyız[5] diyen, AKP dahi Ahmet DAVUTOĞLU’nun AB toplantılarında yaptığı “AB Türkiyesiz olamaz ” ifadeleriyle, müzakere tarihi alındığında binlerce AKP seçmeniyle “AB’den müzakere tarihi aldık  diye balkon konuşmaları yapıp, sabahlara kadar havai fişekler atarak eğlenceler düzenlenmesiyle, Batı’ya dönük bir siyaset izlediğimiz düşüncesini ispatlamak mümkündür. Kısaca AKP dahi Osmanlıya geri dönmek hayaliyle Batı’dan vazgeçemeyişin ikilemi diyebileceğimiz garip bir resmi çizilmektedir. İşte bu modernleşme ve batılılaşma çerçevesinde ve ülkenin diğer iç sorunlarıyla birlikte Türkiye siyaseti şekillenmiş oldu. Kısaca günümüze kadar Türk dış siyasetini anımsayacak olursak:

1020 -1938     ATATÜRK DÖNEMİ (REALİST YÖNETİM ANLAYIŞI)[6] 
Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918)
30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi imzalandı ve İtilaf devletleri Osmanlı topraklarını işgal etti. Kasım 1918’de İngilizler Musul’u işgal etti ve müttefik filo İstanbul’a geldi ve 16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edildi.
Musul Sorunu (Irak Sınırı)
İngiltere, Türkiye’nin iç politikadaki sıkıntılarını fırsat bilerek kullanmış, 1926 yılında gelindiğindeyse iç işleriyle uğraşmaktan dış politikaya gereken önemi vermekte güçlük çeken Türkiye, Ankara Anlaşmasını imzalamaya mecbur kalmıştır.
Durum itibari ile yukarıda ifade ettiğimiz konularda itilaf devletlerinin yağmacı realist bir yapısıyla karşılaşılmıştır. Machavelli’nin devletler fırsat bulduğunda çıkarları uğruna karşı tarafı yok etmeyi asla göz ardı etmezler ilkesiyle tam manasıyla örtüşmektedir.
Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923)
Türkiye’yi barış görüşmelerinde İstanbul hükümeti yerine Ankara hükümeti temsil etmiştir.  30 Ekim 1922 de Osmanlı İmparatorluğu’nun yasal varisi olarak Büyük Millet Meclisi karar almıştır ve akabinde cumhuriyet ilan edilmiştir. Realist yaklaşım açısından bu durum incelendiğinde daha birkaç yıl öncesine kadar birbirlerine kurşun yağdıran İngiltere, Fransa, İtalya, Türkiye masaya oturmuş ve “Denge Politikası” ile savaşsızlık kararı alınmıştır. Devleti ayakta tutabilmek için çalkantılı denizlerde yüzmektense sakin sularda kıyıdan ilerleyip devletini yılardır savaşların açtığı yaralarından kurtarmaya çalışan bir Atatürk realizmini görmekteyiz.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının Kurulması Ve Kapatılması
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının Atatürk tarafından kurulup padişah ve şeriat taraftarlarının burada yuvalanması ve birçok bölgede ayaklanmalar çıkarmaları sonucu Takriri Sükûn kanunun çıkarılıp istiklal mahkemeleri marifeti ile askeri güç kullanarak ayaklanmaları bastırması ve partiyi kapatması tam bir realist yaklaşımın sonucunda alınan kararlardır. Özellikle devletin gücünü kaybetmemesi ve düzenin bozulmaması için gücün kullanılması realist bir yönetim anlayışının tezahürüdür.
Batıcı reformlar ışığında 1924’te Halifeliğin kaldırılması, 1926’da Medeni Kanunun kabulü, 1928 Harf devrimi ve Anayasa’dan “…dini İslam’dır” ibaresinin kaldırılması realist anlayışla alınmış olan kararlardır. Amaç devleti ve milli egemenliği zafiyete uğratacak her şeyi ortadan kaldırmak ve güçlendirecek olan unsurları da ivedilikle devlete dâhil etmek realist yaklaşımın açık bir göstergesidir.

1938 -1950     İNÖNÜ DÖNEMİ (REALİST YÖNETİM ANLAYIŞI)
II. Dünya Savaşı
1 Eylül 1939 da Almanya’nın Polonya’yı işgaliyle başlayan 2.Dünya Savaşı 8 Mayıs 1945 de bitti. Türkiye için iki önemli hedef savaşa girmemek ve işgale uğramamaktı. Türkiye 2. Dünya Savaşında tarafsız kalmadı, sadece savaş dışı kaldı (İngiltere’nin oluşturduğu müttefiklerden yana bir durum). Üçlü ittifak İngiltere ve Fransa ile yapılmıştır. Realist devletlerin genel yapısı savaştan ziyade Denge siyasetiyle mevcut durumu korumaktır.
Varlık Vergisi
Devlete kaynak bulmak, piyasadan para çekip enflasyonu frenlemek ve özellikle azınlıklardan alınan servet vergisidir. Vergilendirilmemiş büyük servet üzerinden bir defaya mahsus olarak alınır, itirazı ve temyizi yoktur. Devletin ayakta kalması için insanını dahi yoksayan bir realist yaklaşım net olarak görülmektedir.
İkinci Dünya savaşı sonu dünyası uluslararası ilişkiler açısından çok büyük değişikliklere tanık oldu. Avrupa artık başatlığını yitirdi ve dünya iki kutuplu sistemle tanıştı. (ABD ve SSCB) Türkiye Denge siyasetinde ABD ye yaklaşmaya başladı.
NATO
ABD Truman Doktrini ile (Komünizmin yayılmasını engellemek için SSCB’yi çevreleme politikası ) Türkiye’ye askeri yardımda bulundu ve Türkiye Sovyet tehdidinin de etkisiyle batı bloğundaki yerini almak için 1949’da kurulan Nato’ya 1952’de üye oldu. Devletin güvenliğini sağlamak realistler için en önemli meseledir. Türkiye de işte İnönü döneminde sert realist politikalarla güvenlik konusunda bu girişimleri gerçekleştirmiştir.

1950- 1960     MENDERES –BAYAR DÖNEMİ (LİBERAL YÖNETİM ANLAYIŞI)
Bundan önceki Dönemlerin politikaları gereği realist devlet anlayışı artık eleştirilmiş ve bu karşıtlık liberallerin Türkiye’de iktidar olmasını sağlamıştır.

1960 -1980     MGK ETKİSİNDE DEMİREL VE ASKERİ REALİZM DÖNEMİ[7]
BM 1945’te kuruldu. Güvenlik Konseyi büyük devletlerin dengesini yansıtacak biçimde kuruldu ve Genel Kurul’da ABD ağırlığı BM’nin genel dengesini bozdu. ABD ve SSCB etrafında kümelenme oluştu ve bu iki kutuplu dünya yaklaşık 20 yıl dünya politikasında egemen oldu. 1947 den sonra somutlaşan Soğuk Savaş dönemi yaşandı. Türkiye bu dönemde “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesi ile denge siyaseti yaparak devletin güvenliğini korumaya çalışmıştır. ABD’ye bu siyaset gereği yakın durmuştur.
NATO’ya Giriş[8]
ABD Truman Doktrini ile (Komünizmin yayılmasını engellemek için SSCB’yi çevreleme politikası) Türkiye’ye askeri yardımda bulundu ve Türkiye Sovyet tehdidinin de etkisiyle Batı bloğundaki yerini almak için 1949’da kurulan NATO’ya 1952’de üye oldu, daha önce iki kez müracaat ettiği halde üyeliğe kabul edilmedi. (Türkiye üye olmak için Kore’ye asker gönderdi ve 721 şehit verdi) Realist yaklaşımın en bariz özelliği güvenlik konusunda çok titiz olan bir yönetim anlayışı olmasıdır.
Türkiye’nin NATO’ya girmesinde Sovyet tehditlerinin etkisi vardır. Aynı zamanda NATO üyeliğinin Türkiye’ye demokratik kazanımlar getireceği düşüncesi AB üyeliğinde olduğu gibi birçok vatandaş tarafından desteklenmiştir. Sovyetlerin tutumu bir süre sonra değiştiği için Menderes (Batıdan aldığı krediler azalınca) Moskova gezisi planlamış ve darbeden dolayı gidememiştir. Bu durumu değerlendirdiğimizde önceden tehdit oluşturan Sovyetlerin anlaşma zemini bulunca fırsatı hiç kaçırmak istemeyiş tam machiavellist tarzdaki realist bir yaklaşımdır.

27 Mayıs 1960 Darbesi
27 Mayıs 1960 askeri darbesi Türkiye’de kötü bir alışkanlığın başlangıcı oldu, 1971, 1980 ve 1997 askeri müdahalelerinin de yolunu açtı. Bu dönemdeki subayların birçoğu daha sonraki darbelerde aktif yer aldılar. Realist, jakoben,baskıcı zihniyet bu darbeyi ve sonrakileri de beraberinde getirdi.

Uluslararası Ortam (Soğuk Savaşın Yumuşaması)
1960’lar ve 70’ler ortamı Türkiye gibi ülkelere ciddi bir göreli özerklik sağlayan bir atmosfer sundu. Bu dönemde iki kutuplu dünya sistemi devam etti. Bununla birlikte sistemin katılığı azalınca yumuşama (detente- detant) başladı.
ABD’de Polonya, Macaristan ve Yugoslavya’ya finansman sağladı. Türkiye’de bu yumuşama ortamından ekonomik olarak istifade etmiştir. Çıkarları etrafında güçlenme mücadelesi içindeki bir Türkiye bu dönemin en belirgin resmidir.

Cezayir’e Self-Determinasyon Tanınması
1960-1980 dönemi Türkiye gibi bir Orta Büyüklükte Devlet için gerçek bir göreli özerklik devri oldu. DP politikalarının antitezi olarak BM Genel Kurulunda Cezayir’e self-determinasyon tanınması ilk kez desteklendi. İşte bu tavır bencil bir machaevelist bir anlayışın görüntüsüdür.

 12 Mart 1971 Askeri Muhtırası
Askeri vesayetin ve darbe zihniyetinin gölgesinde yaşana dönemin en önemli olayı 12 Mart 1971 tarihli askeri muhtıradır, çünkü Türkiye’de bir kez daha demokratik yaşam sekteye uğramıştır. En keskin biçimde toplum sağ ve sol olarak ikiye ayrışmıştır. 1980 yılına kadar sokak hareketleri yüzünden yüzlerce genç hayatını kaybetmiştir. Darbeci zihniyet realizmin en arsız ve acıtıcı tavırları ile yönetime hep müdahale etmiştir.
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı[9]
Türkiye 1967 bunalımında iyi bir ders aldı çünkü adaya müdahale için askeri yeteneği olmadığını anladı ve hazırlık yapmaya başladı. Fakat Makarios-Albaylar Cuntası (ABD destekli) karşıtlığından yararlanamadı. 1973 seçimlerinden sonra söylem olarak Batı ve ABD karşıtı olan CHP-MSP koalisyonu iktidara gelince, Türkiye, askeri açıdan müdahaleye hazır olduğu gibi siyasal olarak da müdahale edebilecek bir iktidara sahip bulunmaktaydı.  
15 Temmuz 1974’te Yunan subaylara bağlı birlikler Makarios’un sarayını bombalamaya başladı ve Makarios ABD’ye kaçtı. Adadaki anayasal düzene bir Yunan müdahalesi olduğunu öne süren Türkiye 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs’a asker çıkardı. İşte bu harekât devlet çıkarlarını korumak ve o bölgedeki Türk güvenliğini sağlamak için düşünüldüğünde tam manasıyla realist bir durumu örneklemektedir.

1980-1993 TURGUT ÖZAL DÖNEMİ (LİBERAL YÖNETİM ANLAYIŞI)
Bundan önceki koalisyonlar ve iktidarsızlık dönemlerindeki politikaları gereği realist, jakoben, baskıcı, darbeci askeri devlet anlayışı artık eleştirilmiş ve bu karşıtlık liberallerin Türkiye’de iktidar olmasını sağlamıştır. 7 Aralık 1983’te ANAP Genel Başkanı Turgut Özal, Kenan Evren tarafından hükümeti kurmakla görevlendirildi. Özal 13 Aralık 1983 ila 17 Nisan 1993 tarihleri arasında görev başında kaldı.

1993-2002 KOALİSYON HÜKÜMETLERİ DÖNEMİ VE MGK REALİZMİ[10]
28 Şubat Süreci
28 Şubat süreci, 28 Şubat 1997'de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan kararlarla başlayan ve irticaya karşı olduğu iddia edilen, ordu ve bürokrasi merkezli süreçtir. Türkiye siyasi tarihine geçen kararlar ve kimilerince bir dönüm noktası olan bu kararların uygulanması sırasında Türkiye'de siyasi, idari, hukuki ve toplumsal alanlarda yaşanan değişimlere neden olan bir süreçtir. Darbeci zihniyetin aldığı machaevelist bir yaklaşımın tezahürüdür. Güç için karşı tarafı yok etme benciliğinin diğer ifadesidir 28 Şubat.


2002 2009 GÜL –ERDOĞAN LİBERAL YÖNETİM ANLAYIŞI[11]
“Sessiz Devrim” adındaki bir çalışmayla AKP’nin 2002-2012 yılları arasında yapılan bütün reformların listesi ve anlatımı yapılmıştır. Bunlardan bazıları:
Anayasa reformları yapıldı 2005-2005
Din-dil-ifade özgürlüğü hakkında yapılan çalışmalar
Kürtçenin kullanımıyla alakalı girişimlerde bulunuldu.
PKK-Abdullah Öcalan ile çözüm süreci kapsamında çalışmalar yapıldı.
Emniyette ve askeriyede işkence karşı çalışmalar yapıldı.
Parti kapatma yasası kaldırıldı
DGM ler kaldırıldı.
Bu ve bunun gibi çalışmalar yapıldıktan sonra Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildi Ahmet DAVUTOĞLU AKP ‘nin genel başkanı oldu. Ahmet DAVUTOĞLU’nun başbakan seçilmesinde yazdığı Stratejik Derinlik kitabının büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Realist bakış açısıyla yazılmış olan bu kitap Ahmet Davutoğlunu tercih edilir kılıyordu. Çünkü realist bir yönetim gerçekleştireceği sinyallerini “Çalışan bir cumhurbaşkanı göreceksiniz” ifadeleriyle belirten Erdoğan, kimi başbakan olarak tercih edeceğinin de açıkça ortaya koyuyordu.

2009-2016 ERDOĞAN-DAVUTOĞLU REALİZM YÖNETİM ANLAYIŞI
2011- 2016 Arap Baharı - Suriye Meselesi
Baharın başladığı ilk dönemlerde istibdat yönetimlerindeki Arap halkının Türkiye tarafından desteklenmesi olumlu etki bırakmıştır.
İslam dünyasındaki ilk ve tek laik ve demokratik ülke kabul edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisi için benimsediği siyasal rejim olan demokrasinin yavaş yavaş Arap ülkelerine de yayılmaya başlaması bölgede Türkiye’yi doğal olarak ön plana çıkardı.
Türkiye’nin Müslüman kimliği ve demokratik siyasal rejimi ile Batı dünyası tarafından Arap ülkelerine rol-model ülke olarak gösterilmesi, dış basında da Türkiye’ye yönelik ilgiyi arttırdı.[12]
·         Tunus’ta seçimleri kazanan Ennahda Partisi lideri Raşid El-Gannuşi kendisine Recep Tayyip Erdoğan’ı örnek aldığını belirtiyor, partinin önemli isimlerinden Abdülhamid Cilasi ise “Erdoğan bizimle aynı dili konuşuyor, bu yüzden o konuştuğu zaman dinliyoruz” diyor.[13]
İlk başlarda bu halde gelişen Arap Baharı, Suriye’ye sıçradığında komşu Suriye ile denge politikası içinde yaşayan ve ülkesinde bir tane bile Suriyeli mülteci bulunmayan Türkiye, Amerikan politikalarının etkisinde hareket eden Sayın Erdoğan’ın bir sabah Eset gitmeli, katil Eset, halkına zumeden Eset, sıfatlarının ifade edildiği sözlerle güne merhaba dedi. Türkiye Suriyede yapılan kıyıma duyarsız kalamaz onun için Eset rejimi yıkılmalıdır ifadeleri resmen kullanıldı.[14]  Machiavellist bakış açısı ile değerlendirildiğinde güç dengesi bozulduğunda karşıdaki Müslüman kardeşi dahi olsa, Suriye’de çıkacak olan yangın Türkiye’yi de ateşe çekecek bir durum da teşkil etse, tek adam, lafının üstüne laf söylenmeyen lider olarak kendini değerlendiren Erdoğan komşusuna düşmanca tavır sergilemeyi doğal bir davranış olarak gördü. Bu düşmanca yaklaşımı dünya kamuoyuyla Amerika’nın müttefiki olarak ifade ettiği de ortadaki net bir durumdur.Hiçbir hakkı yokken Suriye’nin içişlerine müdahale eden Erdoğan,  Türk askerini ve halkını kendisini Suriye’nin koruyucusu ve müttefiki ilan Rusya ile savaş konusunda karşı karşıya getirdi.Hal böyle olunca yüksek ihtimal ABD ve Rusya’nın bölgedeki dengeyi şekillendirmede gizli bir görüşmesinin olduğunu düşünüyoruz. Bu görüşmeden sonra ABD’nin bölgeden çekilmesi Türkiye’yi bu bataklıkta Rusya ile karşı karşıya bıraktı. Suriye'nin toprak bütünlüğünü tehdit eden "B Planı" senaryoları, Ankara'yı harekete geçirdi. Fakat girişimlerin ardından ABD plandan vazgeçti.[15] Ve yine ABD ne kadar güvenilmez bir devlet olduğunu tekrar ispat etmiş oldu.
ABD’nin bölgeye gelişini idealist ve liberal bir tavır olarak gören çevreler de vardır. ABD’nin Suriye ve Ortadoğu politikasındaki realist, çıkarcı, bencil, ahlaksız tavrını görmemek mümkün değildir. Uluslararası sulardan geçerek, sınır komşusu olmayan bir bölgeye askeri varlıklarını göndererek gözdağı vermesi, H.J.Morgenthau'nin "Statükonun zor kullanarak değiştirilmesi " ve "Bir ülkenin bir başka ülkeye doğru yayılması olarak değerlendirilebilir.[16]  ABD’nin bölgeyi yine acımasız bir mandacılık zihniyetiyle şekillendirmek istemesi I.dünya savaşından bu yana bu jandarma tavırdan vazgeçmeden uluslararası ilişkilere çıkarcı zihniyetle müdahale etmesi Suriye meselesinde de idealist ya da liberalist yaklaşmadığının, aksine “Değerli Ortadoğu” söz konusu olduğunda daha da machiavellist yaklaştığı büyük bir kanıtıdır.
Bu konuda başka bir ispat da şudur: İdealisler ve liberaller insanın yaşaması, huzuru ve barışın tesisi konusunda önayak olurlarken, örgütler kurup bölgesel barışın peşinde koşarken ABD’nin böyle yaklaşmadığını net olarak görebiliyoruz. ABD’nin Suriye’ye idealist ve liberalist yaklaştığını söyleyenler birbirini katleden Müslümanların iki kesimine de  ( Eset taraftarları ve muhalifler ) silah satmaktan geri durmayan bir ABD tavrını göz ardı ediyorlar demektir. Burada Müslümanların birbirini öldürmesini, yaşam alanlarını perişan etmesini düşünmeyen ABD’nin, sadece gerilimi tırmandırıp bölgede Türkiye gibi yeni aktörler icat ederek bölgeyi güçsüzleştirip, bölüp parçalayarak çıkar ve güç elde etmek ve Ortadoğu’da en ufak bir direnç kalmamasını tesis etmek peşinde olduğu net olarak görülmektedir. Şimdi soruyoruz: Bu anlattıklarımızdan sonra ABD, Suriye’ye idealist ve liberal bir tavırla mı yoksa tam manasıyla realist, machiavellist bir tavırla mı müdahale etmiştir?
Sonuç olarak Türkiye, Amerikan politikalarının bölgedeki aktörü olmuş ancak kurşunu kendi ayağına sıkmıştır. Bunu Güç dengesinin lehine bozulduğunu, Amerika’nın sonuna kadar Türkiye’nin yanında olacağı hayalini kuran tek adam Erdoğan’ın şahsi politika stratejisi gerçekleştirmiştir. 



REALİZM TEORİSİNE KATKIDA BULUNAN DÜŞÜNÜRLER

THUCYDİDES[17]
Realizm’in en eski temsilcisi Thucydides’tir.  Thucydides M.Ö. 400’lü yıllarda “Pleponezya Savaşları” adlı bir kitap kaleme almıştır. Bu kitapta M.Ö. 5. yy’da Atina ile Sparta arasında yapılan savaştan söz edilir. Pleponezya Savaşları adlı çalışmasıyla realist literatüre yaptığı katkıyla realist okulun ilk mensubu olarak bilinen Thucydides (MÖ 471-400), Sokrat ile Aristo arasındaki dönemde yaşamıştır. Sparta ve Atina arasında yirmi beş yıl süren savaşın yirmi bir yılının ele alındığı çalışması, askeri ve siyasi güç mücadelesinin en iyi yansıtıldığı realist anlamdaki ilk örnek çalışma niteliğindedir.[18]
Thucydides’e göre savaşın nedeni Atina’nın güçlenmesinin Sparta’da yarattığı kuşku ve güvenlik kaygısıdır. Sparta Helen dünyasındaki egemen konumunu kaybetmek endişesine kapılmış ve gücünü arttırmaya ve ittifaklar oluşturmaya dönük karşı önlemlere başvurmuş. Yani güç ve çıkar ilişkisine yönelik bir kitap olduğu ortadadır.

NİCCO MACHİAVELLİ[19]
Nicco Machiavelli (1469-1527)siyaset felsefecisidir. 16. yüzyıl İtalya’sında yaşamıştır. Floransa Cumhuriyeti’nin 1512’de yıkılmasına kadar bürokrat ve diplomat olarak görev yapmıştır. Nicco Machiavelli’nin en ünlü yapıtı “Prens”dir. Türkçe’ye Hükümdar olarak da çevrilen bu eserin orijinal adı “The Principe”dir. Bu kitapta Machiavelli hükümdara bazı öğütler vermektedir. Nicco Machiavelli’ye göre:
İnsanı zorunda kalmadığı sürece iyilik yapmaz. Prensin kendi güvenliği için savaşmayı öğrenmek zorundadır. Savaş bir sanatıdır.
Güçlü ve iyi bir devletin kusursuz kanunları ve muhteşem bir ordusu olması gerekir. Güçlü ordu olmadan güçlü kanunlar olamaz, iyi ordunun olduğu yerde ise iyi kanunlar olmalıdır.
Machiavelli’ye göre, silah önemlidir çünkü silah, güç ve otoriteyi sağlayan vitrin demektir. Bütün silahlı peygamberler muvaffak olmuşlar, silahsız peygamberler bakıldığında yenilgiye uğradıkları görülmektedir. İnsanoğlu fıtrat olarak kişileri elde ettikleri sonuçlara göre değerlendir. Sonucu başarılı olan iyi başarısız olan kötüdür zihniyeti hâkimdir. Sonucu oluşturan koşullarlarla, vasıtalarla ilgilenmezler direkt sonuç önemlidir. Durum “ Hatice’ye değil neticeye bakma” noktasında görülür.
Başarıya ulaşmak için kullanılan her ne varsa hepsi mubahtır. Machiavelist fikir aynasında ahlaksızca yapılan bir işin görüntüsü eğer sonuca götürecekse, çıkara ulaştıracaksa hep güzeldir ve tercih edilmelidir. Devletler etik davranışı gözetip yıkılıp yok olduğunda mı daha iyidir yoksa gerektiğinde ahlaki olmadan davranıp ülkesini yok olmaktan kurtardığında mı daha iyi iş yapmış demektir?  Yıkıldık ama en etik biz davrandık Machiavelli’nin asla yöntem olarak göremediği aptalca bir durumdur. Devlet, skolâstik düşünceden, şeriattan, kiliseden kendini ayırmadan başarıya ulaşması oldukça zordur. Çünkü çıkarlara ulaşma konusunda din, ahlaki ya da etik davranışın faziletinden bahsederek bu çıkarların önüne bir engel olabilir ve devlete kaybettirir; işte bunun için din ve devletin ayrı yollarda ilerlemesi gerekmektedir. Devletin dini, ahlakı, etiği, iyilik yapma gibi fazilet dolu yaklaşımları olmaz, olamaz, olmamalıdır. Devletin sadece gücü ve çıkarları vardır. Nicco Machiavelli işte bu fikirleri ifade ettikten sonra “Machiavellizm” bir terim olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle “Amaç, Aracı Aklar” diyen bir anlayışı temsil eden “Machiavellizm”  bazılarına göre yüz kızartıcı bir terimdir. [20] Machiavelli’ye göre, devletin varlığını sürdürme kendini geleceğe taşıyabilme ve hayatta kalma amacı diğer tüm amaçların önünde gelir.

THOMAS HOBBES[21]
İngiliz siyaset felsefecisi Thomas Hobbes (1588-1674) Leviathan (En Üstün Yönetici Ya Da Devlet Otoritesi)  adlı kitabı yazmıştır. Kilisenin devlete bağlı olmasını savunmuş olsa da “Vatandaşları için barış ve güven ortamını sağlayamayan tüm hükümetlerin hızla başka bir hükümetle değiştirilmesi” fikrini savunmuştur.
Leviathan adlı kitap, siyaset alanında ilk genel teori kitabı olarak kabul görmüştür. Aynı Machiavelli gibi Hobbes’un da insan doğasına yaklaşımı pesimisttir (olumsuz, negatif, kötümser). Hobbes, insanın varlığını devam ettirme güdüsünün bütün eylemlerinin belirleyicisi olduğunu savunur.  Yani insan ne yapıyorsa onu mutlaka kendi hayatının devamını sağlamak için yapıyor düşüncesidir. Bu varlığı koruma güdüsü, insanları bir sözleşmeyle güvenlik duygusunu ve tedbirlerini bir egemene devretmelerine yok açmıştır. Bu egemen devlettir. İşte bu devrediş vatandaşlık kavramını ortaya çıkarmıştır.
Hayat herkesin herkesle mücadele ettiği, savaştığı; kuşku, korku ve şiddetin söz konusu olduğu, oldukça güvensiz bir ortamdır. İşte bu sıkıntılı ortamdan kurtulmak için şahsi yetkilerden vazgeçerek bu yetkileri Leviathan’a (En Üstün Yönetici ya da Devlet Otoritesi) devrederek “commonwealth” (İngiliz milletler topluluğuna verilen isimdir)  oluşturdular. Commonwealth, tüm yetkileri kullanan egemenin (leviathan) bu konuda sorumsuz olduğunu kimseye hesap vermek gibi bir sorumluluğunun olmadığı, sınırsız ve mutlak egemenlik anlayışı ile leviathan’ı gerçekleştirdiğini ifade eder.
Macliavelli’nin fikirlerinde olduğu gibi Hobbes için de “Hakkın Kaynağı Güçtür”. Yani güçlü olan haklıdır. Zor ve güç kullanmak  ve hile yapmak savaşta yapılabilecek doğru olan iki elit şeydir. İnsanı aynı Macliavelli’de olduğu gibi bencil,kötü, bencil ve ahlaksız  olarak görür. Dini baskının kabul edilemeyeceği gerçeğini savuna Hobbes, tam seküler bir düşünce yapısına sahiptir.
Hobbes için önemli olan Lanieathan’ın egemenliğinin tartışılmaz olması ve bütün bireylerin tüm yetkilerini Lanieathan’ta devretmiş olmasıdır. Devletin yıkılması halinde toplum yeniden savaş durumu olan doğa durumuna geri döner ve tekrar üstün bir otorite çıkarıp tüm yetkilerini bu otoriteye devreder.[22]
Hobbes’a göre de uluslararası ilişkiler anarşik bir yapı arz eder. İşte bunun için devlet tüm yapılarıyla birlikte var olmalı ve güçlü olmak için elinden gelini yapmalıdır.
HANS JOACHİM  MORGENTHAU[23]
Uluslararası ilişkiler alanında yaptığı çalışmalarla tanınan Alman-ABD'li akademisyen ve Realizmin en önemli temsilcilerinden Hans J. Morgenthau (1904-1080), diğer realist fikir sahiplerinde olduğu gibi devletin sahip olduğu kapasitenin-gücün o devletin dış politikasının belirlenmesinde ve uygulanmasında çok büyük öneme sahip olan bir faktör olduğunu belirtmiştir. Devletin kapasitesinden kasıt o devletin coğrafyası, doğal kaynakları, endüstriyel varlıkları, askeri imkânları ve nüfusu ..vs önde gelen önemli unsurlarıdır. Bu unsurlar maddi olup kapasiteyi nicel yönden etkilemektedir. Bir de manevi açıdan kapasite vardır bu kapasitenin unsurları ise ulusal moral, ulusal karakter, diplomasinin niteliği, tarihi, hükümetin niteliği ve devlet adamlarının olaya hâkimiyeti gibi durumlardır. Morgenthau da diğer realist düşünürler gibi gücün çok önemli bir varlık unsuru olduğu, Güç denilen unsurun bir devlet için asla vazgeçilemeyecek bir dinamik olduğu, devleti devlet yapan en önemli unsur olduğunu ifade eder. Güç barışın korunmasında en etkin unsurdur ifadesini kullanmıştır.
Morgenthau’ya göre uluslararası diplomasinin ve barış ortamının devam ettirilebilmesi için aşağıdaki diploması prensiplerinin sürekli göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Bunlar:
1. Devletlerin uluslararası ilişkiler politikası “Ulusal çıkarlar” etrafında oluşturulmalıdır.
2. “Güç” devletin en önemli unsurudur ve dış politika “Güçle” desteklenmelidir. Ki hedeflere ulaşılabilsin.
3. Uluslar arası arenada iletişim halindeki devletler dış politikalarına empati yaparak başkalarının gözüyle de bakmalılardır ki potansiyel olarak kendilerinin hangi noktada olduklarını görebilsinler.
4. Anarşik durum uluslar arası ilişkilerde kaçınılmaz bir vakadır. Devletler büyük sorunları ortaya çıkarmamak ve barışı tesis edebilmek için kendileri adına hayati olmayan konularda uzlaşma yanlısı olmalıdırlar. Ki denge devam edebilsin.
Hans J. Morgenthau çalışmalarını bilimsellik kaygısıyla yürüttüğü için realizmi düşüncesini sistematik hale getirmeye çalışmıştır ve çalışmaları sonunda realizmin 6 temel ilkesini oluşturmuştur. [24] Yukarıda klasik realizm anlatılırken bu maddelere geniş olarak değinmiştik. Hatırlamak amaçlı bu ilkeler kısaca tekrar ifade edelim.
1-Siyasal Gerçekçilik: Siyasetçiler bulundukları nüfuzun toplumsal yasalarını gözetmek zorundadır. Şöyle ki bir siyasetçinin bulunduğu toplumdan farklı olarak beslediği kanaatler elbet olabilir. Fakat bunları hayata geçirirken son derece dikkatli olmalıdır. Bulunduğu siyasi ortamın gereğini düşünmelidir.
2-Çıkar: Siyasetçi başında bulunduğu toplumun çıkarını hiyerarşisinin tepesine koymalıdır.
3-Güç: Siyasi gerçekliği önemsemek, onu değiştirmemek anlamına gelmez. Ancak siyasetçi kişisel kanaatlerini gözetirken bile onu siyasal gerçeklik ile harmanlamalıdır. Bu konuda onun en büyük silahı güçtür. Güç ne kadar fazla olursa siyasal gerçekliğin değişmesi bir o kadar kolay olur.
4-Ahlak: Siyasetçinin ahlakı bireyler gibi olamaz.”Gerekirse herkes iyilik için yansın” diyemez. Onun ahlakını bulunduğu toplumun güvenliği oluşturur.
5-Ilımlılık: Siyasetçi için bulunduğu toplumun çıkarı egemen olsa dahi özellikle uluslararası alanda taviz vermeden egemenliğini arttırmamalı. Aksi takdirde bu güvenlik sorunu doğuracaktır. Çıkarların maksimize edilmesi elzemdir. Lakin çıkarlar uğruna yapılmış davranışlar sonucunda düşmanlık kazanılmamalıdır.
6-Siyasal Olan ile Olmayan Arasındaki İlişki: Siyasetçi politikasını meşru kılmak için etik değerleri, hukuku vs kullanmalıdır. Gerekirse aslında çıkarı uğruna savaşırken bunu sevimli kılabilmek için bu aktörleri kullanmalıdır. Din için savaşıyoruz, hukuk için hak için savaşıyoruz ya da tüm ezilenler için savaşıyoruz diyebilmelidir.


KENNETH NEAL WALTZ[25]

Kenneth Neal Waltz, Amerikalı siyasetçi, Kaliforniya Üniversitesi'nde ve Kolombiya Üniversitesi'nde okumuş ve Kore Savaşı'nda veteriner olmuştur. Neorealizmin (Yapısal)  realizmin kurucusu Kenneth Waltz’dır. 1979’da yayımlandığı “Theory of International Politics-Uluslararası İlişkiler Teorileri ” adlı kitabı bu dönemin uluslararası ilişkiler teorileri üzerine yazılan en etkili çalışması olmuştur. Bu kitapla Waltz Klasik realizmin bazı durumlarını eleştirmiş önerilerde bulunmuştur.[26] Waltz’a göre, uluslararası ilişkilerde çok önemli olduğu tarşılmayacak bir konu, bir teori varsa bu kesinlikle “Güç Dengesi Teorisi”dir. Kaç devlet olursa olsun bu teori her zaman dünya var oldukça geçerli olacaktır.
Waltz’ın neoreaalizm adını verdiği düşüncelerinin kısaca özetini ifade edecek olursak:
1. Uluslar arası ilişkilerde ya da iç politikada bir devleti ya da devletleri harekete geçiren şey onların “Çıkar”larıdır.
2. Uluslararası ortamda rekabet kurallarının düzenlenmemiş olması bu çatışmaların ana nedeni olup uluslararası politikayı gerekli kılmıştır. İşte bu sebeple çıkarlar üzerine yapılan çalışmalar, hesaplar, devletlerin akılcı politikalar üretmesine neden olmaktadır.
3. Politikaların başarılı olup olmadığı sonuca yansıyan duruma göre belirlenmektedir. Hedefe çıkara ulaşıldıysa başarı vardır. Karar doğru uygulama yerindedir. Yakalanan bu başarı ise devletlerin varlıklarını sürdürmeye ve daha da güçlenmeye vesile olmaktadır.
4. Waltz, anarşi olgusunu uluslararası ilişkilerin bir nedeni olarak görmektedir. Yani devletlerin dış politikasını anlamada ve açıklamada önemli bir çıkış noktası anarşidir.
5. Devletlerarasındaki çatışmalar, beceriksiz liderlerin yaptığı hatalardan, bilgi ve tecrübe eksikliğinden, olayları yanlış okumasından, eğitimsizlikten, devletlerin sosyo-politik yapısından ve tarihi nedenlerden kaynaklanmayıp tamamıyla doğal ve konjonktürel bir durumdur.
6. Klasik realizmle yönetilen devletler güç mücadelesi konusu yoğunlaşırken, neorealizm etkisindeki yönetimler uluslararası yapıdaki anarşik durumlar üzerinde durmaktadır.

SONUÇ

Uluslararası ilişkiler biliminde1940’lı yıllardan itibaren gücünü hissettiren realizm akımı 20. yy.la gelindiğinde en çok rağbet gören paradigma haline gelmiştir. Uluslararası ilişkilerde, devletlerarası ilişkileri en iyi şekilde açıklayan ve devletlerin amaçlarını, güç, güvenlik, ulusal çıkar açısından en gerçekçi şekilde analiz eden yaklaşım realizm olmuştur. II. Dünya Savaşından sonra gelişen bu paradigma soğuk savaş döneminin geçerli tek paradigması olma özelliğinin yanında zamanla realizme eleştirel düşüncelere de kaynaklık etmiştir. Yani farklı fikir akımlarının da ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Günümüzde dahi var olabilmeyi başarmış olan realizme göre, bütün kurumlarıyla birlikte devletler, uluslararası sistem içinde tek, en önemli aktörlerdir. Realistlere göre bu devlet yapılarının üzerinde bir üst siyasi otorite, karar mercii kesinlikle bulunmamaktadır ve kabul edilmemektedir. Her devlet ulusal çıkarları, vizyonu yönünde uluslar arası sistem içinde hayatını sürdürür ve gücü, imkânları el verdiği ölçüde kendini gerçekleştirmeye, hedeflerine ulaşmaya çalışır. Genellikle hedefe ulaşmak için yapılan girişimler başka bir devleti rahatsız eder ve çıkar çatışması kaçınılmaz hale gelir. Oldukça akılcı yaklaşılan bu çatışmalarda büyük devletler savaşı pek tercih etmezler; çünkü büyükler kaybedince hep büyük kaybederler. Uluslararası ortamda realist devletler güç dengesinden yana olup bu dengenin devamı için uğraşırlar. Bu durum realizmin ortaya çıktığı II. Dünya savaşında da böyleydi 2016’da da aynen böyledir. Bu güç dengesini devam ettirmek isteyişin ana nedeni uluslararası ortamda zaman-güç kazanmaktır. Dengede durup zamanla güçlenmek ve güç dengesi bozulduğunda kazan tarafa olmak temel hedeftir. Hesaplar ince ve kurnazcadır. Bu hesaplar yapılırken etik, ahlaki değerler asla gözetilmez. Tek gözetilen şey devletin her ne koşulda olursa olsun güçlü ve var olmasını sağlamaktır. Bu yalansa yalan, hile ise hile, soykırımsa soykırımla sağlanmalıdır. Hedefe, çıkara ve devleti güçlendirmeye giden ne varsa hepsi mubahtır. Ahlaklı,etik ilkeler sahibi fakir, boyun eğen bir devlet olmaktansa ahlaksızca davranıp etik kuralları yok sayıp güçlü, önünde boyun eğilen bir devlet olmak realistlerin devlete ve güce bakış açısını net olarak ortaya koymaktadır. Machiavelist inanca göre devletlerin ahlakı olmaz gücü ve çıkarı olur. Bu da devleti ayakta tutan yegâne şeydir.
Realizm, Soğuk Savaş boyunca en güçlü uluslararası ilişkiler paradigması olmuştur. Ancak uluslararası sistemde belli değişikliklerin olamaya başlamasıyla ve uluslararası sisteme yeni faktörleri katılması ile realizm eleştirilmiş ve onun artık uluslararası sistemi açıklamada yetersiz olduğu düşünülmüştür. Realizmi eleştirenler, özellikle Soğuk Savaş sonrasında uluslararası ilişkilerin pek de üzerinde durulmayan konuları olarak görülen ekonomi, kültür ve çevre konularının, çok önemli olarak görülmüş askeri konular ve güvenlik konuları kadar önemli hale geldiğini ifade etmişlerdir. Realizmin göz ardı ettiği unsurların günümüzde devletlerarası arenada büyük çıkar çatışmalarına neden olması realizmi eleştirilerin haklı olduğunu ortaya koymuştur. Bu nedenlerden ötürü realist teorinin uluslararası ilişkiler alanındaki konuları açıklayabilme yeterliliğinin azaldığı ya da kaybedildiği diğer fikir akımları tarafından açıkça ifade edilmiştir. Elbette realist teorinin çözüm bulamadığı ve yetersiz kaldığı durumların olması realizmin artık uluslararası ilişkilerde geçerli olmadığı anlamına gelmemektedir. Binaenaleyh realizm için çok önemli olan Güç – Çıkar - Güvenlik gibi kavramlar, uluslararası ilişkilerde sistemi etkileyen en önemli konular olmaya da devam etmektedir. Bu da realizmin günümüzde de etkisini hala devam ettirdiğini ve haklı noktaları olduğunu ve realist görüşün yüzyıllarca da kabul göreceğini açıkça ortaya koymaktadır.











KAYNAKÇA
AYDIN Yrd. Doç. Dr. Mustafa (A.ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi, Öğretim üyesi), Uluslararası İlişkilerde Yaklaşım, Teori ve Analiz, SBF Dergisi Cilt: 51 Sayı: 1, s.92,1996 
DAVUTOĞLU Ahmet, Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslararası Konumu, Küre Yayınları, 2004 – İSTANBUL s.83
GÖZEN Ramazan, İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe Türkiye’nin Dış Politikası, Palme Yay, 2009, 6. Bölüm
GÖZEN Ramazan, “Uluslararası Politikada Ahlak ve Güç: Arap Baharı Örneğin”, II. Türkiye Yazarlar Birliği, Konya, 2013 s.166
GÖZEN Ramazan, “Uluslararası Politikada Ahlak ve Güç: Arap Baharı Örneğin”, II. Türkiye Yazarlar Birliği, Konya, 2013. S.165 
GHOSH Bobby, “Erdogan’s Moment”, Time
KAŞIKÇI Turan, Arap Baharı, Mana Yayınları,4.Baskı,2013, S.185
KÜÇÜKSOLAK Dr. Övgü Kalkan, Güvenlik Kavramının Realizm, Neorealizm Ve Kopenhag Okulu Çerçevesinde Tartışılması, Turan Stratejik Araştırmalar Merkezi Dergisi, İlkbahar 2012, Cilt 4, sayı 14
MORGENTHAU Hans J., Politics Among Nations,Newyork, 1967. 
ORAN Baskın, OSKAY Ünsal, MORGENTHAU Hans, (1970). Uluslararası Politika (1. baskı bas.). s. 1-18.
ŞENEL Alaeddin, Siyasal Düşünceler Tarihi
TEKİN Doç.dr.Yusuf, OKUTAN Prof.dr M. Çağatay Türk siyasal hayatı Orion yayınları 2015-Ankara s. 67-83
TEKİN Doç.dr.Yusuf, OKUTAN Prof.dr M. Çağatay Türk siyasal hayatı Orion yayınları 2015-Ankara s. 147
TEKİN Doç.dr.Yusuf, OKUTAN Prof.dr M. Çağatay Türk siyasal hayatı Orion yayınları 2015-Ankara s. 148
TEKİN Doç.dr.Yusuf, OKUTAN Prof.dr M. Çağatay Türk siyasal hayatı Orion yayınları 2015-Ankara s. 220
TEKİN Doç.dr.Yusuf, OKUTAN Prof.dr M. Çağatay Türk siyasal hayatı Orion yayınları 2015-Ankara s. 227-237
Thucydides, The Columbia Encyclopedia, URL erişim tarihi: 11 Eylül 2008
WALTZ K. N., Theory or International Politics ,New York: Random House, 1979
https://tr.wikipedia.org/wiki/Tukididis
http://www.haber7.com/dis-politika/haber/1824156-abd-suriye-meselesinde-u-donusu-yapti
https://tr.wikipedia.org/wiki/Niccol%C3%B2_Machiavelli
https://tr.wikipedia.org/wiki/Thomas_Hobbes
http://www.turkcebilgi.com/thomas_hobbes#bilgi
https://tr.wikipedia.org/wiki/Hans_Morgenthau
https://tr.wikipedia.org/wiki/Kenneth_Waltz
https://tr.wikipedia.org/wiki/Uluslararas%C4%B1_ili%C5%9Fkiler



[1] Dr. Övgü Kalkan Küçüksolak, Güvenlik Kavramının Realizm, Neorealizm Ve Kopenhag Okulu Çerçevesinde Tartışılması, Turan Stratejik Araştırmalar Merkezi Dergisi, İlkbahar 2012, Cilt 4, sayı 14

[2] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Aydın (A.ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi, Öğretim üyesi), Uluslararası İlişkilerde Yaklaşım, Teori ve Analiz, SBF Dergisi Cilt: 51 Sayı: 1, s.92,1996 

[3] Hans J. Morgenthau, Politics Among Nations,Newyork, 1967. 
[4] K. N. Waltz, Theory or International Politics ,New York: Random House, 1979

[5] Stratejik Derinlik, Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslararası Konumu, Küre Yayınları, 2004 – İSTANBUL s.83
[6] Doç.dr.Yusuf Tekin , Prof.dr M. Çağatay okutan Türk siyasal hayatı Orion yayınları 2015-Ankara s. 67-83
[7] Ramazan Gözen, İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe Türkiye’nin Dış Politikası, Palme Yay, 2009, 6. Bölüm
[8] Doç.dr.Yusuf Tekin , Prof.dr M. Çağatay okutan Türk siyasal hayatı Orion yayınları 2015-Ankara s. 147
[9] Doç.dr.Yusuf Tekin , Prof.dr M. Çağatay okutan Türk siyasal hayatı Orion yayınları 2015-ankara s. 148

[10] Doç.dr.Yusuf Tekin , Prof.dr M. Çağatay okutan Türk siyasal hayatı Orion yayınları 2015-ankara s. 220
[11] Doç.dr.Yusuf Tekin , Prof.dr M. Çağatay okutan Türk siyasal hayatı Orion yayınları 2015-ankara s. 227-237
[12] Turan Kaşıkçı, Arap Baharı, Mana Yayınları,4.Baskı,2013, S.185
[13] Bobby Ghosh, “Erdogan’s Moment”, Time
[14] Gözen, Ramazan, “Uluslararası Politikada Ahlak ve Güç: Arap Baharı Örneğin”, II. Türkiye Yazarlar Birliği, Konya, 2013 s.166
[15] http://www.haber7.com/dis-politika/haber/1824156-abd-suriye-meselesinde-u-donusu-yapti
[16] Gözen, Ramazan, “Uluslararası Politikada Ahlak ve Güç: Arap Baharı Örneğin”, II. Türkiye Yazarlar Birliği, Konya, 2013. S.165 
[17] Thucydides, The Columbia Encyclopedia, URL erişim tarihi: 11 Eylül 2008
[18] https://tr.wikipedia.org/wiki/Tukididis
[19] Alaeddin Şenel, Siyasal Düşünceler Tarihi
[20] https://tr.wikipedia.org/wiki/Niccol%C3%B2_Machiavelli
[21] https://tr.wikipedia.org/wiki/Thomas_Hobbes
[22] http://www.turkcebilgi.com/thomas_hobbes#bilgi
[23] https://tr.wikipedia.org/wiki/Hans_Morgenthau
[24] Baskın Oran, Ünsal Oskay, Morgenthau, Hans (1970). Uluslararası Politika (1. baskı bas.). s. 1-18.
[25] https://tr.wikipedia.org/wiki/Kenneth_Waltz
[26] https://tr.wikipedia.org/wiki/Uluslararas%C4%B1_ili%C5%9Fkiler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ahilik Kültürü - Aziz Aslan

AHİLİK KÜLTÜRÜ- Aziz Aslan           Ahilik, Anadolu Selçuklu Devleti'nin son dönemleriyle Osmanlı Devleti'nin kuruluş dönemi aras...