31 Ocak 2017 Salı

Aziz ASLAN - İSRAF VE YERLİ MALI

Aziz ASLAN - İSRAF VE YERLİ MALI

Kanserden daha kötü hastalık nedir biliyor musunuz?
Nijer'e görev icabı giden bir Türk'ün tespiti şunlar; "
Yarım kilo su ile nasıl abdest alınırmış orada öğrendim.
Evlerinin içerisi kum, çatıları ottan yapılmış çadır...

Fakat sabah namazı camileri gençler ile dolu. Onlara dedim ki; Bize dua edin, biz sizden daha kötü durumdayız. İsraf hastalığına tutulmuşuz."

Değerli dostlarım; farkına varmadan gerçekten büyük bir felakete sürükleniyoruz. Bu felaketin adı; İsraf.

Lütfen Kur'an-ı elinize alın bir israf ayetine bakın bir de çocuklarımızın oyuncaklarından başlayın evinizin ne hale geldiğini görün. Dolaplar elbiseleri , ayakkabıları almaz oldu...Her evdeki giysi ve mobilyalarla birer mağaza açılabilir, insanlara ekmek kapısı olur.

AVM gezme ve alışveriş çılgınlığı bir moda haline geldi.
Bu devir İSRAF ile imtihan devri, kazananlara helal olsun.
Erken yatmayanlar gecesini gündüzünü israf ediyorlar...
Anne ve babalık nedir bilmeyenler çocuklarını israf ediyorlar...
Dinini bilmeyen Müslümanlar Kur'an-ı israf ediyorlar...
Havayı, suyu, toprağı, ekmeği , yemeği israf ediyoruz.
Emeği, sadakati, liyakati, tecrübeyi, dostluğu , akrabalığı, kardeşliği velhasıl İNSANLIĞI israf ediyoruz.
Gençlik israfı,sıhhat israfı,makam israfı, mal israfı, ilim israfı, konuşma israfı, vakit israfı.. derken yazık oluyor koca ömürlere vesselam...

İsrafı öğrenmeden İslamı anlamak mümkün mü?
Ümmet çöplüklerden ekmek toplarken namazdan, ibadetten zevk almak mümkün mü?
Dedikodu yaparak, selam alıp vermeyerek kul hakkını anlamak mümkün mü? Vah bize, yazık bize...

Varlık içinde huzursuz bir toplum olduk. Mekanlarımız genişledi, gönüllerimiz daraldı. İsraf içinde yaşayan zenginin fakiri düşündüğü de pek yok.
Neticede hastalığını bilmeyen zavallılara döndük.
İçimizi unuttuk, dışımızı süslemekle meşgul olduk.
İsraf çılgınlığı toplumu kemirirken , yabancı ürün hayranlığımızda artıyor. Geçen haftalarda olduğu gibi yine Yerli üretimi artırmalıyız diyorum. Kullanacağımız ürünlerde yerlisi var ise onu tercih etmeliyiz. Bu arada yeri gelmişken belediye başkanımızın yerli malı kullanma kampanyasını desteklemek gerektiğini de belirtmek istiyorum. Bu ülke hepimizin. Türkler, Türk malı alınız, Türk malı kullanınız, Türk parası Türk toprağında kalsın.

Atalarımızın dediği gibi; Kazandığın değil, biriktirdiğin senindir. İsraf çok şeyi azaltır.
Yiyin , için fakat israf etmeyin...
Çünkü Allah müsrifleri sevmez.

31.01.2017 Köşe(Azizce)/ Kocatepe

30 Ocak 2017 Pazartesi

Sessizlikte Kayboluş

Bir zamanlar çok fazla kalabalık olmayan bir şehirde,
Kuşların uçtuğu, çocukların koşuştuğu, ağaçların dans ettiği, özgürlüğün koktuğu şehrin simgesi meydanda birkaç tane köpek belirmiş, şehir sakinleri gündelik yaşamlarının zorluğuna kapıldıkları için bunu normal bir durum olarak görmüşler. Bu köpekler sayıları az olduğu için sadece havlamakla yetinirlermiş, meydandan geçen insanlar, köpeklerin sayısı az olduğu için bu havlamaya aldırış etmeden geçip giderlermiş. Şehir yöneticilerin nasılsa o köpekleri toplayacağını düşünüp sorun etmeden hayatlarına devam ederlermiş, gün geçtikçe bu sayı 5, derken 10 ve daha sonra sayıları iyice artmış. Köpekler dile gelip '' Bu insanların burada ne işi var, artık bunlara saldıralım ve korkup buradan geçemesinler. '' demiş. Şehirde yaşayanlar artık oradan geçemez olmuşlar, ki bununla birlikte orayı artık kullanmamaya başlamışlar ve hatta şehirli her zaman olduğu gibi bu sorununda yöneticiler tarafından yapılmasını istemişler, akabinde şehir yöneticileri o meydanı, köpeklerle birlikte yok edip yerine yeni binalar yapmışlar. Şehrin o güzel, eski görüntüsü yerine zengin iş adamlarının sahip olduğu büyük bir iş merkezi yerini almış. Çok kısa zamanda büyük bir değişiklik, yılların o güzel şehir meydanı bir anda menfaat uğruna iş merkezi olmuş. Aradan yıllar geçmiş ve şehir yöneticileri değişmiş ve şehrinin havasını, suyunu seven yeni yöneticiler gelmiş. Şehrin meydanını simgeleyen iş merkezinde usulsüzlükler çıkmaya başlamış, çoğu izni sadece kağıt üzerinde alındığı için kısım kısım yerlerinde yıkımlar başlamış. Yeni yöneticilerin araştırmaları sonucunda o köpekleri, eski şehrin meydanına bırakan kişilerin eski yönetimdekilerin olduğu ortaya çıkmış.

Not ;
Bugün ses çıkarmadığımız
ve karşı gelmediğimiz her şey daha da büyüyerek yeniden karşımıza çıkar...


Özcan Yetgin

28 Ocak 2017 Cumartesi

Size yapılan hakareti ona karşılık vererek çözemezsiniz... CAHİDE GÜNAY



Çevrenizdeki insanlar empati ve saygıdan uzak ise aranıza mesafe koyun.

CAHİDE GÜNAY

Bir olayla ne kadar fazla karşılaşırsanız, duygusal yoğunluğu o kadar azalacaktır. Bazı şeylere farklı davranmayı öğrenmelisiniz çünkü insanların kötü davranışları ile gününüzü yok etmelerine izin vermeniz çok yaygın bir durumdur. Yaşamınızdaki korkularınızla yüzleştiğimizde onların aslında korkulacak bir şey olmadıklarını yaşayarak göreceksiniz... O kişiyi ne kadar az hayal eder veya düşünürseniz o zihninizden ve dolaysıyla kalbinizden o kadar uzaklaşır. Zihninizde tutmanız gereken şey şudur ki, olaylara karamsar bakmak her şeyin ötesinde mutlu olamama durumudur. Şimdi hemen yeni bir amaç edinmelisiniz: kimsenin sizi üzmesine, karamsar hissettirmesine izin vermeyin. Çevrenizdeki insanlar empati ve saygıdan yoksunlar ise aranıza mesafe koyun. Ayrıca, bir kişiye hakareti ona karşılık vererek de çözemezsiniz... Kendinizi daima savunun, bazen çevrenizdeki insanların nasıl davranacağını siz değiştiremezsiniz. Öyle kişiler vardır ki başkalarını kötülemeye, incitmeye ve küçümsemeye alışkındır. Siz farkında olmasanız da, mutlu olmak için çok da bir şeye ihtiyacınız yok. Etrafınızda, küçük mutlulukların tadını çıkarmaya çalışın. Hiç kimseden yardım istemeyin ve başkalarından çok fazla şey beklemeyin. Çünkü siz bekledikçe karşılığı gelmeyecek ve daha çok üzüleceksiniz, en iyisi beklentisiz yaklaşmayı deneyin. Kendinizi koşulsuz sevin ve çevrenizdekileri oldukları gibi kabul edin. Onları saygı ile sevin, tıpkı kendinize saygı duyduğunuz gibi. Yaşamınızdaki insanlar hayatınızı yok edebilir ve size kolayca acı çektirebilirler. Korku, olumsuz tutumlar kullanabilir, güvensizlikleri açığa çıkarabilirler, aslında gerçekte değmeyecek olaylardan endişelenmenizi sağlarlar… Çevrenizdeki insanlar sadece size zarar vermek, sizi kontrol etmek, tehdit etmek gibi durumlar yapıyorlarsa asla onlara izin vermeyin. Duygusal durumunuzu ve düşüncelerinizi karamsarlıklarla çözümleyemezsiniz... Sevgiyle kalın...

27 Ocak 2017 Cuma

Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” Adlı Makalesine Bir Eleştiri - Şükrü Şimşek


Şükrü ŞİMŞEK

Modernleşme ve Sekülerleşme Kuramları Bağlamında Din,Toplumsal Değişme ve İslâm Dünyası

MODERNLEŞME VE SEKÜLERLEŞME KURAMLARI BAĞLAMINDA DİN, TOPLUMSAL DEĞİŞME VE İSLÂM DÜNYASI  
Talip KÜÇÜKCAN

(makalenin özetidir)

Modernleşme ve sekülerleşme kuramcıları genel olarak modern değerler ve kurumları benimseyen ve özümseyen toplumlarda dinin toplumsal ve siyasal alanlardaki etkinliğinin ortadan kalkacağını, bireysel olarak da dinî pratikler, ibadetler ve ritüellere katılımın gerileyeceğini savunuyordu. Geride bıraktığımız yüzyılın son çeyreğinde dinî eğilimlerin yükseliş trendi gösterdiği ve dinî hareketlerin toplumsal ivme kazandığı gözlenmiştir. Modernizmin gelişmesi ile dinin gerileyeceğini ve toplumsal hayattaki etkisini kaybedeceğini öngören geleneksel teorilerin aksine, din hem sanayileşmiş ve gelişmiş modern ülkelerde hem de geleneksel kültür ögelerinin başat olduğu ülkelerde şaşırtıcı bir yükselişe geçmiştir. Yani bir anlamda 20. yüzyılın sonu “kutsalın dönüşüne” tanıklık etmiştir.
19. yüzyılda A. Comte, H. Spencer, E. Durkheim, M. Weber, K. Marks ve S. Freud gibi düşünürler, sanayi toplumunun gelişimine paralel olarak dinin önem kaybedeceği görüşünü savunuyorlardı. “Dinin ölümü veya yok oluşu” şeklinde ifade edilebilecek bu yaklaşım 19. yüzyıl sosyal bilimine egemen olan anlayışı yansıtıyordu.

Sekülerleşme Kuramının Öngörüleri
“Rasyonalizm ve İnanç Kaybı” argümanını savunanlardan Wilson’a göre “sekülerleşme dinin toplumsal öneminin azalmasını ifade eden” bir süreçtir.
Rasyonalizm modern dünyada, kilisenin merkezî iddialarını boşa çıkarmış ve Batı Avrupa’da hurafeye dayalı dogmaları yıkarak, inanç kaybına neden olmuştur. İnanç kaybı ise dinin çözülmesine, kiliseye üyelik, devam alışkanlıklarının ve bireysel dinî pratiklerin erozyona uğramasına, mezhebî kimliklerin toplumsal anlamlarının kaybolmasına, inanç temelli kurum faaliyetlerine katılım ve sivil toplumdaki dinî gruplara verilen desteğin azalmasına sebebiyet vermiştir.
Durkheim’ýn görüşlerinden etkilenen “Işlevsel Evrim ve Amaç Kaybı” yaklaşımını savunan Steve Bruce, Thomas Luckmann ve Karel Dobbelaere gibi toplumbilimcilere göre sanayi toplumlarındaki işlevsel ayrışma, dinin toplumdaki merkezî rolünün ortadan kalkmasına neden olmuştur. Bu yaklaşıma göre din, sadece inançlardan ibaret değildir. Doğum, ölüm ve evlilik gibi hayatın çeşitli alanlarındaki törenler ve ritüellerle ilgili işlevsel bir yönü de vardır. Sanayileşmiş toplumlarda iş yaşamındaki profesyonelleşme, meslekî farklılaşma kilise ve din adamlarının uzun süredir yapmakta olduğu işleri ve yetkileri ellerinden almıştır. Devletin kurduğu okul, hastahane ve bakımevi gibi kurumlar kilisenin bu ve benzer alanlardaki hegemonyasına son vermiştir. Yani işlevsel evrim ve  kurumsal/meslekî ayrışmalar dinin ve kilisenin toplumsal yaşamdaki etkilerini ortadan kaldıran bir sekülerleşmeye sebebiyet vermiştir
Larry Shiner, sekülarizasyonun tek boyutlu olmadığını, farklı alanları kapsadığını savunarak bir sekülerleşme tipolojisi çizer ve altı tip sekülerleşme biçiminden veya sekülerleşme alanından bahseder. Birinci sekülarizasyon çeşidi bu kuramı savunanların ittifak ettikleri gibi, dinî sembol, doktrin ve kurumların önemini ve prestijini kaybetmesidir. Shiner’e göre sekülarizasyonun son noktası dinsiz bir toplum olacaktır.

Sekülarizasyonun ikinci tipi “Bu dünya ile uyum içinde olmak ve bu dünyaya uyum sağlamaktır”. Bu süreçte dinî gruplar veya dine önem veren toplumlar doğaüstü güçlerden ve konulardan uzaklaşacak, bu dünyaya daha fazla ilgi göstermeye başlayacaktır.
Sekülarizasyonun üçüncü biçimi, toplumun dinle olan bağlantısının kesilmesi, artık dine dayalı bir anlayıştan kurtulup bağımsız bir gerçeklik oluşturması ve dinin etkilerini özel hayat alanıyla sınırlaması şeklinde kendini gösterecektir.
 Dördüncü biçim, dinî bilgi, inanç ve kurumların işlevlerinin bu dünya temelli bir görüntüye bürüneceği öngörüsünü içermektedir.
Sekülarizasyonun beşinci biçimi, bu dünyanın kutsal karakterini aşamalı biçimde kaybedeceği, bunun yerine rasyonel olarak açıklanan bir alanın objesi olacağı düşüncesine dayanmaktadır. Bu tip sekülerleşme de rasyonalite doğaüstü inançların ve gizemli yaklaşımların yerini alacaktır.
Altıncı biçim ise, kutsal toplumdan seküler topluma geçiş şeklinde formüle edilen sosyal değişmedir. Toplumdaki bütün kararlar dinî gerekçelere göre değil, rasyonel temellere bağlı ve yararları göz önünde tutularak alındığında sekülarizasyon artık tamamlanmış olacaktır.
Luckmann, toplumsal alandaki sekülarizasyonu “geleneksel ve kutsal kozmosun çözülüşü olarak” tanımlar.
Berger ise toplumsal düzlemdeki sekülarizasyonu “modern Batı tarihinde toplumsal ve kültürel sektörlerin, dinî kurum ve sembollerin baskısından kurtuluşu” olarak tanımlar.
Brian Wilson ise bu anlamda sekülerleşmeyi cemaat etkisinin çözülüşü, cemaatten toplum olmaya geçiş olarak görür. Wilson’a göre toplumsal sekülerleşme sosyal kontrolün ahlâkî ve dinî aktörlerden teknik ve bürokratik aktörlere geçiş biçiminde kendini gösterir.

Sekülerleşme Kuramının Eleştirisi
Berger ve Grace Davie gibi bazı toplumbilimciler yaygın sekülerleşme kuramının Avrupa deneyimini yansıttığını, dünyanın diğer bölgelerindeki dintoplum ilişkilerini, dinî davranışları ve dindarlık düzeylerini açıklayamadığını düşünmektedir.
Sekülarizasyonun son iki yüzyıl içinde Avrupa’nın dinî hayatı ve yapısında ciddi etkiler yaptığı ve köklü değişimlere neden olduğu doğru olmakla birlikte,Avrupa’nın deneyimi bir istisna olarak değerlendirilmektedir. Çünkü ABD, Hint yarımadası, Asya ülkeleri ve İslâm dünyasındaki gelişmelere bir göz atıldığında, yani dinin toplum hayatında  gittikçe artan önemi ve etkisine bakıldığında, geleneksel sekülarizasyon kuramının öngörülerinin doğru çıkmadığı görülmektedir.
Dinî hareketlerin ivme kazanması, maneviyat ve anlam arayışının bir sonucu olarak yeni dinî hareketlerin ortaya çıkması veya geleneksel dinlerde görülen ihya hareketleri, modernleşme ve sekülerleşmeye paralel olarak dinin yok
oluşu veya ölümü iddiasını savunan tezlerin artan oranda eleştirilmesine zemin hazırlamıştır
Jeffry Hadden, sekülarizasyon kuramının öne sürdüğü varsayımların iyi sınanmamış titiz önerme/kuramdan çok, bir doktrin veya ideolojik bir dogmaya dönüştürüldüğünü savunur. Rodney Stark ve Roger Finke ise Hadden’den bir adım daha ileri giderek sekülarizasyon kuramının tarihe gömülmesi gerektiğini iddia eder.
Bugün dünya bazı istisnalar dışında en az eskisi kadar, hatta bazı yerlerde eskisinden daha fazla dindardır. Berger’e göre sekülerleşme ve sekülerleşme süreçlerinin etkilerini içeren literatürün tümü esas itibariyle yanlışlıklar  içermektedir.
Modernleşme zorunlu olarak dinin gerilemesine neden olmamıştır. Hatta hayli modern toplumlarda bile din varlığını sürdürmüştür
Fransız sosyolog Daniele Hervieu-Leger, dini bir hafıza zinciri olarak değerlendirir ve kolektif kimliğin önemli bir  unsuru olduğunu savunur. Hervieu-Leger’e göre bir hafıza zinciri olarak din, inanan bireyi cemaate ve topluma bağlar, gelenek ise (ya da kolektif hafıza) bu insan topluluğunun varlığının temelini oluşturur. Hervieu-Leger, din konusunun merkezine geleneği, yani bir inanç zincirine referansı yerleştirmekle dinin geleceğinin birdenbire kolektif hafıza problemi ile bağlantılı hale geleceğini belirtmektedir. Hervieu-Leger, modern Batı toplumlarının ve özelikle de Fransa’nın bir dereceye kadar kolektif hafıza krizi yaşadığını ve bu krizin dinî hafıza zincirinden mahrum bırakacak bir kopuşa neden olduğunu iddia etmektedir. Bütün bunlara rağmen Hervieu-Leger, modern Avrupa toplumlarında (kolektif) hafıza ile din arasındaki zincirin tekrar keşfedildiğini savunmaktadır.

İslâm Dünyasında Toplumsal Dönüşümler, Din ve Laiklik
İslâm dünyasında din ve laiklik arasındaki ilişki, çeşitli aşamalardan geçmiş ve ülkelere özgü şartlara bağlı olarak farklı boyutlar kazanmıştır. 19. yüzyılda seküler Batı değerleri, yönetici elit kesim tarafından daha üstün görülmüştür. 20. yüzyılın başlarında ise Batılıların açtığı okullarda okuyan yeni kuşak kendi toplumları için seküler Batı kültürünü modernleşme ve toplumsal dönüşüm projesi olarak benimsemiştir. Diğer yandan laikliği devlet yapısının temeli olarak benimseyip uygulayanlar, zaman zaman dinî çevrelerin muhalefeti ile karşılaşmıştır.
Batı’da laiklik siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmelere paralel olarak kademeli bir şekilde gelişmiştir. Islâm dünyasında ise laiklik Batı ülkelerinin tersine tedricî bir şekilde gelişmemiş, iç gelişmelerden ziyade Avrupa sömürgeciliğinin ve yayılmacılığının 19. yüzyıl başlarında başlattığı ideolojik bir ürün olarak dışarıdan empoze edilen bir akım olarak girmiştir
Laiklik kavramı sistemsel, yapısal ve kurumsal bir anlam ifade eder. Sekülerlik kavramı ise daha çok dinî hayattaki bir dönüşüme, dinin toplumsal alandaki rolünde görülen bir değişime ve bir tür dünyevileşmeye işaret etmektedir.
Modern Türkiye Deneyimi
Osmanlı Devleti’nin Batı eğitim metotları ve kurumlarını, hukuki sistemlerini ve askerî teknolojisini yaygınlaştırmak için 19. yüzyılda başlattığı modernleşme hareketi ve buna bağlı reformlar, Islâm dünyasında ilk laik kurumların ortaya çıkmasına öncülük etmiştir.
Tanzimat’ın ilanıyla başlayıp Gülhane Hatt-ı Hümâyunu’nun ilanıyla devam eden ve hukuki yapının değişmesiyle başlayan süreç, Cumhuriyet dönemindeki değişim projesinin temelleri olarak görülebilir.
I. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını müteakiben kurulan Türkiye Cumhuriyeti laik temeller üzerine kurulmuş, dinî ve dünyevi otoriteyi temsil ettiği düşünülen halifelik lağvedilmiş; din, siyasî meşruiyet ve otorite kaynağı olmaktan çıkarılmıştır.
1924 yılında Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu’nun23, 1925’te Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına İlişkin Kanun’un, 1926 yılında Türk Medenî Kanunu’nun ve 1934’te Bazı Kisvelerin Giyilmesini Yasaklayan Kanun’un çıkarılması laik yapıya geçişin önemli basamakları arasında yer alır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk anayasasındaki (1924) “devletin dininin İslâm olduğu” ilkesi daha sonra çıkarılmış (1928) ve yerine yapılan bir değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “laik” (1937) olduğu ilkesi konulmuştur. Aynı ilke 1961 Anayasası’nda Cumhuriyet’in temel nitelikleri arasında sayılmıştır. 1982 Anayasası da bu ilkeyi Cumhuriyet’in temel ilkeleri arasında saymış ve bu ilkenin “değiştirilemeyecek ve değiştirilmesi teklif edilemeyecek” olduğunun altını çizmiştir. Anayasa bir taraftan laiklik ilkesini benimserken, diğer yandan herkesin din ve vicdan hürriyetine sahip olduğunu belirtmiştir.
Laiklikle ilgili olarak Anayasa’da yer alan önemli bir düzenleme de Diyanet İşleri Başkanlığı ile alakalı olmuştur. 3 Mart 1924 tarihinde Şer‘iyye ve Evkaf Nezâreti kaldırılmış ve din işlerinden sorumlu Şeyhülislâmlık Makamı ilga edilmiştir. Bunun yerine din hizmetlerinde devamlılığı sağlamak, toplumun dinî ihtiyaçlarını karşılamak ve bu alanda doğabilecek kurumsal boşluğu doldurmak amacıyla 429 Sayılı Kanun’la, Başvekâlet bütçesine dahil ve Başvekâlet’e bağlı Diyanet İşleri Reisliği, bugünkü adıyla Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.

Mısır’da Laiklik ve Din
Mısır’da laik bir devletin inşası ve laik hukuk müesseselerinin kuruluşu Hidiv İsmail’in (1863-1879) desteğiyle 19. yüzyılda başlamış ve 1882 İngiliz işgalini müteakiben bu laikliği kurumsallaştırma politikası daha yoğun bir şekilde uygulanmıştır.
Muhammed Hüseyin Heykel ve Tâhâ Hüseyin gibi laiklik yanlısı aydınlar, 1920’lerde bu fikirleri ve Batı kültürünün üstünlüğünü daha tutkulu biçimde desteklemiş ve tanınmış alimlerden Ali Abdürrâzık 1925’te İslâmiyet’in siyasî ilkelerinin olmadığını, demokrasi ve düşünce özgürlüğüne izin verdiğini iddia eden yazılar kaleme almıştır. Bu tür fikirlerin apaçık desteklenmesi, 1928 yılında hem sekülerizmi kınayan hem de Ezher’i bu akımı savunanlara karşı etkin muhalefet izlememekle itham eden Ihvân-ı Müslimîn (Müslüman Kardeşler) hareketinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Hareketin lideri Hasan el-Bennâ Şeriat’ın tekrar ikâmesi ve zekât gibi İslâmî modellerin yeniden canlandırılması çağrısında bulunmuş, Batı modelini sosyo-ekonomik eşitsizlik yaratmakla itham etmiştir. Mısır’da 1930’dan bu yana, laik devlet ile İslâmî bir topluma dönüş çağrısı yapan dinî hareketler arasında gerilim yaşanmaktadır.
Cezayir ve Ulusal İslâmî Cephe
Fransa’nın 1831 yılında işgal ettiği Cezayir’de İslâmiyet siyasî gelişmelerde önemli bir rol oynamış, millî birlik ve dayanışmanın temellerinden biri olmuştur.
1963’te çıkarılan Cezayir Anayasası’nda devletin sosyalist, resmî dininin de İslâm olduğu ilan edilmiştir. Mısır
gibi Cezayir’de de kentli burjuvazi ve aydın sınıfın kültürünün baskın olduğu laik bir devlet kurulurken, halk kitleleri arasında İslâm kültürü merkezî önemini korumuştur. Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin sosyalist politikalarının  başarısızlığı ve 1980’lerdeki siyasî baskılar, daha fazla demokrasi taleplerinin ve hükümetin yetersizliğinden duyulan toplumsal hoşnutsuzluğu başarılı şekilde kullanan kitlesel bir İslâmî hareketin, Ulusal İslâmî Cephe’nin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ulusal İslâmî Cephe ve diğer İslâmî örgütler, yabancılaştırıcı ve yozlaştırıcı olduğu gerekçesiyle, laik Batı kültürüne karşı çıkarak, şeriat ile yönetilen bir devlet kurulması çağrısında bulunmuşlardır. Demokratik açılıma kapalı bir yönetimin hüküm sürdüğü, sosyo-ekonomik eşitsizliklerin diz boyu olduğu ve her siyasî grubun meşruiyet aracı olarak din dilini kullandığı diğer İslâm ülkelerinde olduğu gibi Cezayir’de de din-devlet ilişkilerindeki gerilimler hâlâ sürmektedir.

Tunus’ta Din, Devlet ve Laiklik
Bağımsızlığına kavuştuğu 1956’dan 1987 yılına kadar Habîb Burgiba’nın tek adam olarak hükmettiği Tunus, otuz yılı aşkın bir süre tek parti iktidarı ile yönetilmiştir. Burgiba Batı yanlısı ve laik bir modernleşme süreci başlatmıştır.
Batı değerlerini benimseme ve modernleşme politikasının bir parçası olarak şer‘î mahkemeler kaldırılmış, kadınların baş örtüsü yasaklanmış, Kuzey Afrika’nın meşhur eğitim-öğretim merkezlerinden Zeytûne Medresesi kapatılmış ve ulemanın gücü zayıflatılmıştır. Burgiba, İslâm’ın artık geçmişi temsil ettiği ve Tunus’un geleceği için tek umudun Batı olduğu görüşünü benimsediğinden, bu yöndeki reformları ısrarla sürdürmüştür.
Yukarıda sözü edilen reformlar, İslâm ve Arap mirasının Fransız kültürünün gölgesinde kalması, ekonomik çöküntü, Arap milliyetçiliğinin ve sosyalizminin başarısızlığı gibi iç ve dış nedenler Tunus’ta muhalefet hareketlerin doğmasına neden olmuştur. Burgiba yönetimimin silahlı kuvvetleri kullanarak Ocak 1978’de muhalif göstericileri acımasızca ezmesi, Tunus’taki İslâmî hareketin siyasallaşması açısından bir dönüm noktası olmuş ve 1979
yılında İslâm Cemaati (Cemaat-i İslâmî) adındaki dernek kurulmuştur
Şiî Siyaset Felsefesi ve İran’da Dinî Rejim
İslâm dünyasında meşruiyetini dinden alan bir sınıf tarafından İslâm hukukuna göre yönetildiği iddia edilen İran, Şiî geleneğe yaslanmaktadır.
Rıza Şah Pehlevî (1925-1941) Türkiye’yi örnek alarak laik bir devlet kurma çabasına girişti. Rıza Şah Pehlevî ve oğlu Muhammed Rıza Şah Pehlevî dönemi (1941- 1978) İran’da devletin öncülük ve empoze ettiği modernleşme çabalarının
yoğun olarak sürdürüldüğü, modern seküler okul sisteminin ve Batı kaynaklı hukukî düzenlemelerin yapıldığı, dinî kurumların sıkı devlet kontrolüne alındığı, ulema sınıfının gücünün azaltıldığı bir dönem olmuştur.
Âyetullah Humeynî liderliğinde gerçekleştirilen devrim sonrasında mollaların etkisi daha ağır bastığı için İran’da dinî kurallara dayalı olduğu iddia edilen bir devlet kurulmuştur.

Pakistan’da Modern-Geleneksel Ayrışması
Hint alt yarımadasında yaşayan Müslümanlar, Muhammed Ali Cinnah ve İslâm Birliği önderliğinde kendi kaderlerine yön verebilmek ve bağımsız Müslüman kimliklerini korumak için Pakistan Devleti’ni kurmuşlardır.
Pakistan’ın kuruluşu sırasında tartışmalar demokrasi, çoğulculuk, modern ihtiyaçlara göre İslâm hukukunun  uygulanması ile devletin laik ve kültürün Batı’ya açık olmasını savunan modernistler ile Cemâat-i İslâmî hareketi gibi demokratik bir Pakistan Devleti’nin Şeriatla yönetilmesini isteyen muhafazakâr gruplar arasında olmuştur.
Ülke olarak Pakistan her zaman İslâmî bir cumhuriyet olarak tanımlanmasına karşın, uzun yıllar laik bir devlet biçiminde yönetilmiştir. 1956 Pakistan Anayasası’nda İslâmî düşünceden bir rehber olarak bahsedilmesine rağmen,
devletin dininin İslâm olduğu ifade edilmemiştir.
1970 yılında başbakan olan Zülfikar Ali Butto dönemi (1970-1977), Pakistan tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Başlangıçta sosyalizmi benimseyen Butto’nun başbakanlığı döneminde çıkarılan 1973 Anayasası’nda İslâm, devlet dini olarak kabul edilmiş, hem başbakanın hem de cumhurbaşkanın Müslüman olması zorunluluğu getirilmiştir. 1977’de askerî bir darbe ile iktidarı ele geçiren General Ziyâülhak, İslâmîleştirme programı başlatmıştır. Son dönem Pakistan tarihi, bir taraftan demokrasi ve devletin uygulamaya koyduğu İslâmî sistem, diğer taraftan da modern ve geleneksel İslâmî eğilimler arasında yaşanan mücadeleyi yansıtmaktadır.
Halkının yaklaşık %85’i Müslüman olan İslâm dünyasının nüfus bakımından en büyük ülkesi Endonezya, resmen laik bir ülkedir ve bünyesinde farklı İslâmî eğilimleri barındırmaktadır. Laik ve dinî eğitim kurumlarının her ikisinin de devlet tarafından desteklendiği Endonezya’da hem laik hem de şer‘î mahkemeler bulunmaktadır.
İslâm coğrafyasındaki toplumsal dönüşüm sürecinde din-devlet ilişkileri ve laiklik alanındaki sancılı gelişmeler devam edeceğe benzemektedir. Bu sancılar hem iç hem de dış faktörlerden kaynaklanmaktadır. Örneğin birçok
İslâm ülkesinde elit sınıf ve iktidar odakları baskıcı ve otoriteryen bir yöntemle siyasî projelerini uygulamakta ve zaman zaman dış destekle ayakta kalmayı yeğlemektedir. Toplumun büyük bir kesiminin içine düştüğü ekonomik zorluklar, refah dağılımındaki adaletsizlikler ve siyasal katılımın sınırlandırılması gibi faktörler, din-devlet ilişkileri laiklik tartışmalarına da yansımakta ve tarihin getirdiği gerilimleri tırmandırmaktadır.

Sonuç
Dinî kurumlar da sivilleşmenin yarattığı fırsatlardan yararlanmakta, örgütlenmekte, kaynak yaratmakta ve küresel ölçekte rekabet ederek mensuplarını, toplumsal ve siyasal yaşamı etkilemeye çalışmaktadır.

Geleneksel sekülerleşme kuramlarının beklentisinin tersine, özellikle devlet müdahalesinin azaldığı, özgürlük alanlarının genişlediği, kurumsal rekabet ve yarışın günlük hayatın bir parçası haline geldiği toplumlarda dinî cemaatler, gruplar, akımlar ve kurumlar sürekli bir rekabet halinde toplumsal hayatı paylaşma veya toplumdaki mevcut etkinlik alanlarını genişletme yarışına girmektedir. Sivil yapı taşıyan bu örgütlenmeler ve kurumlar, dinî markette kendi kaynakları ile rekabet etmekte ve yukarıda zikredilen fırsat alanlarını kullanarak etkinlik kurmaya, dinlerini yaymaya ve bir anlamda toplumu inançları doğrultusunda dönüştürmeye çalışmaktadır. Bu sosyolojik gerçekler ve yeni toplumsal yapı, geleneksel modernleşme ve sekülerleşme kuramlarının yeniden gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Bir başka deyişle, modernite-din ilişkileriyle ilgili soysal bilim araştırmalarında başlıca çerçeve olarak görülen sekülarizasyon paradigmasının günümüzde görülen dinî farklılaşmayı ve hareketliliği de açıklayabilecek şekilde yeniden tanımlanması ve kamusal alanda din araştırmalarına meşru zemin yaratacak şekilde genişletilmesi gerekmektedir.

24 Ocak 2017 Salı

HAYAT VE İNSAN - Aziz ASLAN


HAYAT VE İNSAN

İnsan ,hayatı boyunca olumlu ve olumsuz çok olaylar yaşar. Bir kısmı kendi samimiyeti , bir kısmı da çevresinin samimiyetsizliğinden kaynaklanır. Yoldaşlığı da , kalleşliği de dost ve dost bildiklerinden görür.

Kırmamak için özene bezene davrandığımız insanların nankörlükleri ve vefasızlıklarıyla yüzleşerek yaşıyoruz. Zor anında yardım ettiğimiz insanların, zora düştüğümüzde yanımızda olmadıklarını gördüğümüzde öğreniriz hayatı. Bir dahakine de daha olgun bir insan olarak, özene bezene seçmeliyiz hayatımıza sokacağımız insanları. Tabi bunu malzemenin kalitesine göre yapabiliriz. Malzeme zayıfsa yapılabilecek fazla birşey yoktur.

Bazen kendimize en büyük kötülüğü sıkıntılarımızı olduğu gibi konuşmakla yaparız. İçimizde tutamayız ve hemen paylaşmak isteriz. Yanımızda üzülmüş gibi yapıp arkamızdan sevinen insanları boşu boşuna mutlu etmektense, varsın kendi kendimize üzülelim veya gerçekten güvendiğimiz insanlara dökelim içimizi. BAZEN YALNIZLIK YALANCİ BERABERLİKLERDEN ÇOK DAHA FAYDALIDIR.

Canının acıdığını hissedersin ama yapacak bişey yoktur. Ne kalbini susturabilirsin, ne de gerçekleri değiştirebilirsin. Hayatı olmasını isteğin gibi değil , olduğu gibi yaşamaya çalışırsın. Yüreğindeki binlerce acıya rağmen gülen maskeni takıp, her güne umutla bakmaya devam edersin.

Değerli dostlarım; Düşüncesi asil olanın, konuşması da, tavrı da asil olur. Başkalarından kendini üstün görüp mesafeli olmak, asil İnsan olmak değildir. Asil insan dik durur, söyledikleri ile yaptıkları arasında fark yoktur. Davranışları kişiden kişiye değişmez.Dedikodu yapmaz. Yol arkadaşını arkadan hançerlemez. Mağdur durumda olsa dahi yine Asil bir tavır içerisinde olur. Yiğidin parlatıcısı cefa,erdemi sabırdır. Eskiler ne demiş; " BACA EĞRİDE OLSA, DUMANI DOĞRU ÇIKARIR."

Bu haftaki yazımı da Yunus Emre'nin nadide sözleri ile bitirelim istedim;
Çiceklerle hoş geçin, balı incitme gönül.
Bir küçük meyve için dalı incitme gönül.
Mevla verince azma, geri alınca kızma,
Tüten ocağı bozma, külü incitme gönül. Dokunur gayretine, karışma hikmetine,
Sahibi hürmetine kulu incitme gönül. Sevmekten geri kalma , yapan ol yıkan olma, Sevene diken olma,
Gülü incitme gönül.

24.01.2017 köşe(Azizce)-Kocatepe

22 Ocak 2017 Pazar

“Aşk özlemektir, onun yanındayken kendi varlığını unutup, kendini kaybetmektir, güvenmektir aşk, güven vermektir... Elini tuttuğunda kalbinin delicesine çarpmasıdır. “

Aşkın Psikolojisini Biliyor muydunuz ?

Cahide GÜNAY


“Aşk özlemektir, onun yanındayken kendi varlığını unutup, kendini kaybetmektir, güvenmektir aşk, güven vermektir... Elini tuttuğunda kalbinin delicesine çarpmasıdır. “

Hem siz, hemde sevdiğiniz erkek özerk bir birey olabilmek için yıllarca gayret sarfedersiniz. Hemen hemen doğduğunuz günden bu yana bilinçli ya da bilinçsiz olarak birbirini seven insanların nasıl davrandıklarını, ilişkilerin nasıl yürüdüğünü ve hangi davranışların kabul görüp, hangilerinin görmediğini gözlemlediniz ve öğrendiniz. Hiç kimsenin aile yaşantısı kusursuz değildir, zaman zaman hepimiz de ailemizden olgunlaşmak için gereksinim duyduğumuz duygusal bağları geliştirmemize ket vuracak türden tavırları, bilgileri ve değerleri ediniriz. Bu duyguları ölene kadar sahipleniriz.  Bu duyguların farkına varmayı başarırsak, etkili bir şekilde başa çıkmayı da başarabiliriz. Şüphesiz bilgi insana güç verir. Zor bir erkekle veya bir kadınla ilişkinizi iyiye götürebilecek kadar psikolojik açıdan güçlü olmanız demek hem insan psikolojisini bilmeniz demektir. Sevdiğiniz erkek veya kadın neden böyle davranıyor? Ya da siz niye böyle tepki gösteriyorsunuz?  Çoğu kadın tüm yoğunluğuyla duygusallığın güvence olduğunu düşünür.  Kim ne zaman “Neden canını bu kadar sıkıyorsun?” “Çok ince düşünüyorsun.” “Çok hassassın. Ben böyle bir şey demek istemedim.” “En ufak  rutubetten nem kapıyorsun” derse kırılırız, fakat derinlemesine düşündüğümüzde onlara  hak veririz.  Kadınların erkeklerden daha duygusal olduğu gerçektir. Oysa kadın küçük  olayları  büyüten biri olmak zorunda değildir.  Zor anlarda hem kendileri hem de sevdikleri erkek için hissetirmekte ve  duygularını dile getirmektedirler.  Kadınlar en basit olaya bile duygusal yaklaşırlar, çünkü anne babaları, toplum, arkadaşları ve sevgilileri tarafından hep böyle yönlendirilmişlerdir.
“Dünyada süregelen savaşları uzaktan izlerken kadınlar, uzun ve boş günlerini anılarla ve korkularla dolduruyorlardı.  Erkekler ise amaçları uğruna  öldürüyor, bir şeyler yapmanın şevkiyle, korkunun anlamını yok ediyordu..” Hayatınızdaki erkeğin sizi bu kadar üzen yönlerinden biri  (o hiçbirşey hissetmezken),  sizin ilişkinizde her ikiniz için duygusal akışı belirlemeniz, özümsemeniz, düzene koymanız ve sözcüklerle ifade etmenizdir.  Tüm bu yoğun duyguları düzenlemek zorunda olmak tam donanımlı  bir stüdyoda ressam olarak çalışmaya benzer.  Uysa da, uymasa da kendinizi her rengi kullanmaya mecbur hissedersiniz.  Duygularda sanata çok benzer, düzensizdirler,  insanların özellikle uzun zamandır hissetikleri yoğun duygular oldukça dağınıktır.  İster boyama, ister duyguları ifade etme olsun, hangi alanda becerilerimizi geliştirmeye çalışıyor olursak olalım, pratik yapmamız gerekir.  Duygularınızın  ve nereden kaynaklandıklarının farkına vardığınızda ilişkinizi ya da evliliğinizi sürdürmek konusunda daha fazla beceri kazanmış olursunuz. 
Erkekler genellikle daha erkeksi görünmek için duygularını bastırırlar ya da onları kabul edilebilir duygular  veya kabul edilebilir tepkiler  halinde ifade ederler (örneğin, korktuklarında sinirlenmiş gibi davranırlar, ağlamak yerine bağırıp çağırırlar).  İlişkinizin ne kadar iyi gittiği  sizin onun ne kadar iyi anladığınıza bağlıdır, o istediği kadar kendisini anlamasın ve hissettiklerini  gizlemeye çalışsın!


Kadın Gözüyle İşte Erkekler kitabından  /2008
Cahide GÜNAY

18 Ocak 2017 Çarşamba

Eğer ki; iyiliklerinizle kötülüklere kalkan olabiliyorsanız, yaşamış olduğunuz olayları sabırla karşılayıp duruşunuzu bozmuyorsanız , sizden daha MUTLU insan yoktur... CAHİDE GÜNAY




Artık geri dönüş biletini bulmak o kadar zor ki!

Cahide GÜNAY

Eğer ki iyiliklerinizle kötülüklere kalkan olabiliyorsanız, yaşamış olduğunuz olayları sabırla karşılayıp duruşunuzu bozmuyorsanız sizden daha MUTLU insan yoktur...

Bütün olumsuzluklara rağmen, düzgün bir yolda yürüme kararlılığını göstermek cesaret ister. Hayatımız hep zorluklarla doludur... Hep mücadele etmemiz gerekiyor bu hayatta, bunların üstesinden gelebilmek için cesur olmamız şart. Bebeklerin ilk adımı atma cesareti gibidir hayat, yüzmeyi bilmeyen bir insanın korkmadan yüzebilmesi gibi... Eğer cesursanız yeniliklere açılabilirsiniz. Bilinmeyenleri kabullenmek cesaret ister. Günlük yaşamı, doğru yaşamak, sürdürmek cesaret ister. Bütün kötülüklere karşı, iyi ve dürüst olmak cesaret ister. Yanlışlıklara, haksızlıklara karşı durmak, yürekli olmak cesaret ister. Asıl yetenek bunca kötülük arasında iyi olmayı başarmak iyi olarak kalmak… İyi olmak kötü olmaktan daha zor. Etrafta o kadar kötü şey var ki. Eğer bunları doğal karşılıyorsanız, huzurlusunuz demektir. Öyleyse kötülüklerden fazlaca etkilenmiyorsunuz. Ya iyi insanlar? Bunca kötülüğe şahit olmak, hatta zor durumda kalmak, iyi insanın ruhunu yok edecek kadar kötü sonuçlara sebep olabiliyor, gerçek olan tüm zorlanmalara karşı iyi kalabilmek. Eğer iyiliğiniz ile kötülüklere kalkan olabiliyorsanız, olayları sabırla karşılayıp duruşunuzu bozmuyorsanız ne mutlu size. İyiliğin diğer adı ise erdemdir, erdemli olmanın ikinci şartı, doğruluktur. Hatalara rağmen, doğruluk… İyi ve dürüst olmanın hazzını bir kez tattınız mı, zaten kötü düşünceler size göre olmaz artık. Dürüstlük yolundan sapanlar yalan yemin edenler, başkalarının arkasından konuşanlar, kendi çıkarları uğuna iftira atanlar, kendi kazdığı kuyuların içinde acıyla çırpınırlar... Dürüstlük, erdemli kişinin huzurla yemek yemesini, nefes almasını, yaşamın renklerini görebilmesini sağlar. Kalbi ve ruhu dürüst olanın, bedeni de sağlıklı olur. Yaşamınıza kötü düşünceleri eklerseniz geri dönüp, sizi bulacaktır... Eğer birini üzmek isterseniz, unutmayın ki gün gelir sizde aynı duruma düşersiniz. Kalbi temiz olan insanların hikayesi MUTLU sonla biter... Fakat ne fayda ki; “ geri dönüş biletini bulmak o kadar zor ki!”..












17 Ocak 2017 Salı

Üretmezsek Olmaz

ÜRETMEZSEK OLMAZ

Aziz ASLAN

Ülke olarak ürettiğimizden daha fazla tükettiğimiz bir gerçektir. Yeterince üretemediğimiz gibi, tüketim ürünlerimiz yabancı menşelidir.

Tarımsal ve sanayi üretimimiz her geçen gün gerilemektedir. Uzağa gitmeye gerek yok Afyon Organize sanayiinde yıllardır 50-60 işçi çalıştıran sanayi İşletmesi açılmış mı dır? Yada kaç tane açılmış, karşılığında kaç tane kapanmıştır. Büyük tehlikelerden birisi de mevcut sanayi tesislerini yeni neslin devam ettirmek istememesidir. Çocuklarımızın çoğunluğu gece gündüz takip ve çalışmayı göze almamaktalar. Hafta tatili ve yıllık tatilleri bol olan işleri tercih etmekteler.

Emperyalist sistem, önce çiftçiliği hakir meslek gösterdi, sonra köyler boşaldı. Ardından dünyayı kendi gıda-tohum terör imparatorluğuna bağladı , mahkum etti. Şehre göçen de tüketim hastası oldu.

Hazırlığı, altyapısı ve fiziki durumu yeterli olmayan şehirlerimize gelen göç, sosyal problemleri de beraberinde getirmiştir. Şehirlerdeki tüketim çılgınlığı başlı başına büyük bir problemdir. Hesapsız , özentiye dayalı harcamalar ailelerin dağılmasına sebep olmaktadır.

.Üretemezsek sosyal ve ekonomik olarak emperyalist güçlerin arzu ettiği sonuçlara maruz kalırız.

Tarihte birçok devletler köylerin boşalmaması için tedbirler almıştır. Doğal ve yerli üretime önem verilirdi. Yoksa şimdi olduğu gibi genleri ile oynanmış boğa,koyun,keçi etleri ve diğer gıdaları yemek zorunda kalınırdı.

Osmanlıda da köyde tarlası olana şehirde ikamet çok zor verilirdi.

Peygamber efendimiz;köyünden hicret etmek isteyene müsaade etmemiştir. Bu durum ekonomik dengeler açısından önemli görülmüştür.

Bakınız yine bu günlerde buğday ithalatından bahsedilmektedir. Geçmişteki Hayvan ithalatı, saman ve mısır ithalatı ülkemizde çok konuşulmuştu. İnsanımızda büyük yaralar açmıştı. Türkiye gibi bir ülkede bu çok acı bir tablodur.

Üretim eksikliğimize yetkililer çözüm bulmak zorundalar. Yoksa halimiz iyi görünmüyor. Bizden söylemesi..

17.01.2017 Köşe(Azizce)/Kocatepe gaz.

14 Ocak 2017 Cumartesi

Çocuklarınızın ilerideki yaşam yolculuğunda hayatına alacakları kişiler sizin yaşam tarzınızı belirler aslında... Mutlu ailelerin çocukları, mutlu nesiller yetiştirir. Cahide GÜNAY


Yaşam yolculuğunuz’da...

Cahide GÜNAY
“İnsanlar yaşamımıza girer ve çıkarlar... Bazıları’da bir süre yaşamımızda kalır ve kalbimizde derin izler bırakırlar;  işte o zaman BİR DAHA asla aynı insan OLMAYIZ.. “



Bir zamanlar severek evlendiğiniz inanlar, bir zaman sonra yabancı gibi gelir sizlere, yıllarca bir yastığa baş koyduğunuz insan bir anda sanki hiç uzun yıllar onunla yaşamamış gibi hissedersiniz...  Bu yılların vermiş olduğu alışkanlıktır bazen, bazen de yıllarca birlikte yaşamış olduğunuz yıpranmışlıklar... Kadın, bu duruma pek önem vermez çünkü onun için eşi ve çocukları çok önemlidir, erkek ise soluğu nedense dışarıda aramayı tercih eder...  Kendini bir boşlukta hiseden erkek, evdeki kadını düşünmeden dışarıdaki maceralara koşmak ister, sanki bütün kadınlar onları bekliyormuş gibi... Aradığı her ne ise kısaca değişikliktir belkide... Nefes alamadığını, artık herşeyin anlamsız ve boş olduğunu söyleyen erkek, yıllarca uğruna fedakarlık yaptığı ve bir zamanlar onun için değerli olan o kadın yokmuş gibi davranır. Halbuki bir zamanlar o kadın onun için dünyanın en muhteşem kadınıydı, uğruna fedakarlık yaptığı, etkilemek ve nikah masasına oturtmak için uğraştığı kadın, şimdi neden anlamsız ve değersizdi. Anlamsızdı diyorum çünkü, anlamı olsaydı erkek arayışta olmazdı. Değersizdi diyorum çünkü, değerli olsaydı bir zamanlar uğruna canını bile feda edecek kadar seven erkek için, bir başka kadınlarda heyecan araması, yanında bulunan eşine değersizliği hissettiriyordu.  Uzun yıllar, yaşam yolculuğunuzda size eşlik eden eşiniz, mutluluklarınızda ve üzüntülerinizde, her an yanınızda olan ve sizin yaşam yolculuğunuzda sizinle birlikte yürüyen eşlere haksızlık değilmiydi bu..  Bu iki taraf içinde böyle aslında, yazım sadece erkeklere değil, anlattıklarım bu haksızlığı yapan  kadın ve erkeklere lütfen bu kısmı asla yanlış anlaşılmasın, fakat bu durumu yaratan daha çok erkekler olduğu için bu konuda biraz daha erkekler üzerinden değinicem yazıma. Nedense sorunlara çözüm aramaktansa kolayı seçen insanlar, kaçışı dışarda aramak  daha kolayına gelmekte. Bazen öyle şeyler olur ki, kendi başına yaşamış olduğu bu duygusal bunalımı  eşine yansıtmayan yaşamaya çalışan insanlar, daha büyük karmaşa ve karışıklık daha büyük olaylarla karşılaşmakta. Aldatmak çözüm olmasa gerek  hayatınızda, bu daha büyük derin yaralar açar sizde. Her iki tarafında kalbinde büyük derin yaralar açar, bu derin yaraların izleri asla geçmez. Eğer iki insan mutsuzsa bunlar karşılıklı oturulup konuşulur, konuya çözümler aranır, tedavi edilecek bir durum varsa tedavi edilir, edilmeyecek ise mantıklı bir şekilde yaşam yolculuklarına son vermelidirler. İçten içe yaşanan bu duygusal boşluklar da bu şekilde çözüm bulur. Hem duygusal boşluk yaşayıp dışarıda heyecan arayan insan,  evde kendisini bekleyen bir kadına veya erkeğe asla haksızlık yapamaz. Eğer bir evlilik bitmişse, bu evlilikte sevgi ve aşk yoksa, birlikte yaşamaya tahammülsüzlük varsa o evliliği sürdürmenin anlamı yoktur. Her iki insanın birbirine karşı yaşamlarına haksızlık yapmaya hakkı yoktur.  Gerçekten mutsuz çiftlerin evliliklerini yürütüp birbirlerine saygısızlık yapmaları gibi bir lüksü yoktur.  En büyük bahaneleri de genelde “çocuklar var, onları üzmek istemiyoruz” gibi cümlelerdir. Fakat gerçek şu ki bu sebepten dolayı çocuklar daha çok üzülür. Mutsuz ve bir arada birlikte olmak istemeyen anne ve babalarını izleyen çocukların psikolojileri asla iyi olmaz. Sizlerde onlara iyi bir model anne ve baba olmazsınız, sürekli tartışma yaşanan bir aile ortamı,  çocukda ileriki dönemlerde evliliğe karşı güvensizlik oluşturur. Çocuklar hayatı boyunca  anne ve babalarını kendilerine model seçerler. Sizler farkında bile değilsiniz, onlar sizin yaşam yolculuğunuzun aslında büyük bir parçasıdırlar, bu yolculukta sizinle beraber yürüyüp, sizinle beraber hissedip yaşarlar. Siz ne kadar yaşam yolculuğunuzda iyi ilerlerseniz onlarla sağlıklı iyi nesiller olarak yetişirler. Onların ilerideki yaşam yolculuğunda hayatına alacakları kişiler sizin yaşam tarzınız belirler aslında... Mutlu ailelerin çocukları, mutlu nesiller yetiştirir. 


13 Ocak 2017 Cuma

Özgürlük

Zamanın birinde,
Ufak bir nahiyede kendi kendini yöneten 30 ailelik bir halk varmış. Bu halkın idaresinde bir tane nahiye müdürü, halkı belirli aralıklarla toplar, sorunlarını dinler ve hep beraber düşünüp çözüm üretirler ve onu uygulamaya alırlarmış. Kendi nahiyeleri dışında diğer nahiyelere de yardım ederlermiş. Nahiyelerinde istikrar ve adalet yıllarca sürüp devam etmiş. Bir gün nahiyeden çıbanın biri çıkıp; '' Her şeyi sadece nahiye müdürü yapsın, bizler de sadece kendi ailelerimize ve hayatlarımıza bakalım. '' diye bir fikir ortaya atmış. İlk başları halk buna kızsa da, keyfiyeti sevenler bu fikre sahip çıkmışlar. Sonrasında tüm idareyi nahiye müdürüne vermişler, Müdürün ilk işi yönetimi değiştirmek olmuş, artık halkı toplamıyor, dinlemiyor ve her şeyi kendine ve kendine yakın olanların menfaati doğrultusunda yapıyormuş. Bunu gören halk yaptığına pişman olmuş ve eski hallerine dönmek istemiş. Karşılarında kendi güçlendirdikleri nahiye müdürü artık onları dinlemiyor ve karşı çıktıklarında ürünlerini satın almıyor ve sattırmıyormuş. Halk eski günlerini özlemiş ve büyük bir pişmanlık içinde yıllarca yaşamaya devam etmişler, ta ki halkın tamamı toplanıp yeniden birleşene kadar...


Not ; İnsanlar keyfiyetleri ve rahatları uğruna
özgürlüklerini kaybederler...


Özcan Yetgin

TÜRKİYE’NİN AB VE ABD’YE ENTEGRASYON POLİTİKASI


BATI’YLA İŞBİRLİĞİ İLİŞKİLERİ AÇISINDAN DÜŞÜNÜLDÜĞÜNDE 
TÜRKİYE’NİN AB VE ABD’YE ENTEGRASYON POLİTİKASI

Şükrü ŞİMŞEK 

Türkiye cumhuriyeti kurulduğundan bu yana Türk dış politikaları hep Batılılaşma ilkesi ile yönetildiği net olarak ortadadır. Batıya yüzünü dönmüş bir ülke olan Türkiye Batı’daki örgütlerin birçoğuna işte bu sebepten üye olmaktan geri kalmamıştır. Bu açıdan düşünüldüğünde işbirliği ve entegrasyon farklı kavramlar olsa da Türkiye bunları bir arada kullanmıştır diyebiliriz. Ancak Türkiye’nin Batı dünyası ile ilişkilerini iki ana kola ayıracak olursak ABD ile işbirliği ve AB ile entegrasyon şeklinde bir ayrıma gitmemiz gerekir. Her ne kadar birbirinin zıddı bir durum sergilese de Türkiye bu iki hedefi de aynı anda yapma gayretinden hiç vazgeçmemiştir. Türk Karar alıcılar, Batı ile entegre olmayı onlara bir üye olarak katılmak anlamı yüklemiştir bu duruma. Batı bu yaklaşıma hoş bakmasa da Türkiye’nin Batıya entegrasyon politikası hep bu minval üzere inşa edilmiştir. Yani “Batıya rağmen Batılılaşma”  Türk dış politikasının bir hedefi olmuştur. Bu amacı gerçekleştirmek için II. Dünya Savaşı sonrasında Batılı örgütlere ve kurumlara üye olunmuştur. Aşamalı olarak Avrupa Konseyi-NATO-AET gibi sosyal ,kültürel, siyasi, askeri, ekonomik ve ticari işbirliğini geliştiren örgütler içinde yer almak hedef olarak Türk dış politikasını genel geçer bir tarzda şekillendirmiştir.

Entegrasyon, ekonomik, sosyal, siyasi, askeri ve sosyo-kültürel yapıların bütünleşerek tek bir birim haline gelmesi, tabiri caizse tek bir devlet görünümü alması anlamındadır. Türkiye AB’ye olan entegrasyon düşüncesini bu bakış açısı ile algılamamıştır, algılayamamıştır. Türkiye AB ile entegrasyonu daha çok ekonomik işbirliği, siyasi diyalog ve kurumsal üyelik olarak düşünmüştür. Çünkü Türkiye AB’den farklı bir sosyo-kültürel yapı içinde olan bir ülkedir. Böyle düşünmesi de oldukça normaldir. Her konuda Türkiye’den farklı olan bir AB’ye tek yumruk olacak şekilde üye olmak doku uyuşması yaşamak belki de yüzyılları alacak bir çalışma gerektirebilirdi. İşte bundan dolayı AB’nin entegrasyon bakış açısıyla Türkiye’nin AB’ye entegrasyon bakış açısı hep farklı olmuştur. Yani bir doku uyuşmazlığı yaşanacağı gün gibi ortadadır. Bu bakış açısına bir de tarihi olaylar eklendiğinde AB oyalamacı bir tavırla günü,bugüne idare etmiştir diyebiliriz.

Türkiye’nin AB ile entegrasyonu yukarıda ifade edilen iç politika ve iç yapı hususlarının dışında AB ve ABD arasında bir denge kuramayarak ABD daha yakın politikalar sergilemesi de AB’ye girmeyi zorlaştırmıştır. Her ne kadar ABD ve AB Hristiyan dünyasının önemli parçaları olsalar da neticede birbirine rakip olabilecek yapılar arz etmektedirler. Ve bunlardan birine yakın olmak taraf olma anlamı taşıdığından AB ,ABD politikalarına yakın olan Türkiye’ye evet demekten kendini hep uzak tutmuştur. Yani Türkiye’nin AB’ye tam entegrasyon hedefi ile ABD ile askeri işbirliği ve stratejik ortaklık fikri çelişkili iki durum haline gelmiş ve Türk dış politikasını denge sağlama konusunda başarısız bir duruma getirmiştir.

Sonuç olarak Türkiye, Avrupa ile gerçek anlamda bütünleşmeyi inşa edecek ekonomik, hukuksal, sosyal ve siyasal girişimlerde bulunmak ve bu bakış açısını geliştirmek yerine ABD ve İsrail ile askeri ortaklık ve işbirliği yöntemini tercih etmiştir ve kanaatimce Türkiye, Avrupalılar tarafından Avrupa’nın doğusunda ABD’nin bir uzantısı, bir karakolu olarak telakki edilmiş ve bunun için Avrupalılar Türkiye’den özellikle uzak durmuş ve oyalama taktiği ile realist politikaya mahkûm Türkiye’yi mahkum etmiştir.


12/01/2017

12 Ocak 2017 Perşembe

BAŞARISIZLIK DİYE BİR ŞEY YOKTUR... CAHİDE GÜNAY



Bir sonuç ve potansiyeldir BAŞARI... 

Cahide GÜNAY


Bir insanın başladığı noktadan sonuna kadar götürdüğü çizgi diyebiliriz BAŞARI’ya.. .Bir sonuç ve potansiyeldir başarı... Yaşamında nice başarılar ve başarısızlıklar yaşamış insanlar vardır. Kimisi daha en başından sonuna kadar güçlü, kararlı bir mücadeleyle amacına ulaşırken, kimisi de ulaşamayacağını düşünerek hedefini yarı yolda bırakmış pes etmiş ve kaçmayı tercih etmiştir. Herkesin özellikleri farklıdır tabii, bunu da göz ardı etmemek gerekir. Önemli olan burada neyi istediğimiz ve kendimizi mutlu edecek düşüncelere sahip olmamızdır. Başarıya giden yolda en önemli faktör kararlılık; mücadele ve isteğimizin yok olmamasıdır... Asla unutmamalıyız ki, inanmak başarmanın yarısıdır. Yaşamımızda örnekleri çoktur, fakat ben şuna inanıyorum ki insanın içindeki potansiyeli dışarı çıkarmak ve yansıtmak en önemli adımdır. Ondan sonrası zaten gelecektir. İstikrarlı olmak ve güçlü bir kariyere sahip olmak için adımlarımızı sağlam atmamız ve yaşamımızla olsun ve etrafımızdaki insanlara geniş bir bakış açısıyla bakabilmeliyiz. İnsanı ayakta tutan en önemli değerler şüphesiz azmin, mücadelenin ve zihninizin ürünü olsa gerek. Bunun içinde zihin gücüne sahibiz, sadece bunu doğru zamanda kullanmamız gerekiyor. Zaman sürekli değişiyor ve bizler bu değişime ayak uydurup, zamanın getirdiği yeniliklere açık olmamız gerekiyor...

«Başarısızlık» diye bir şey yoktur aslında yalnızca yaptığımız hatalar vardır ve hataları tespit edip o yolda pes etmeden BAŞARIYA yelken açmalıyız... BAŞARI DOLU GÜNLER DİLİYORUM...

11 Ocak 2017 Çarşamba

BEYNİMİZİ GÜÇLENDİRMENİN FORMÜLLERİ


BEYNİMİZİ GÜÇLENDİRMENİN FORMÜLLERİ

ABD’de yayımlanan Men’s Health dergisi beyni güçlendirmenin yollarını açıkladı
Duke Üniversitesi’nin Beyin Bilimleri Enstitüsü’nde görev yapan P. Murali Doraiswamy’e danışan dergi herkesin uygulayabileceği yöntemlerle daha sağlıklı bir beyne sahip olunabileceğini yazdı. Doraiswamy konuyla ilgili, “Belki korkutucu olabilir ama bir sınava yoğun çalışmak, kilo almak veya parti yapmak bile beyin devrelerine zarar verebilir.
Beyni güçlendirerek tüm bunları engelleyebilirsiniz” dedi. İşte beyni güçlendirmenin basit ama etkili yolları:
1.       Egzersiz yapmak beyin hücrelerinin gelişimini sağlayan proteinlerin salgılanmasını artırır. Doktor John J. Ratey, “Bu kalbinizin de beyninize daha fazla kan pompalamasını sağlar. Beyne çıkan glükoz ve oksijen de nöronların en uygun şekilde çalışmasına yardımcı olur” diyor. Birçok araştırma ayrıca egzersizin hafızayı güçlendirdiğini ve depresyonu engellediğini gösteriyor.

2.       Haftada 3 kez 40 dakikalık aerobik egzersiz 1 yıl boyunca yapıldığında yetişkin birinin beyinde hafıza ve bilgi depolamadan sorumlu sistem olan hipokampüsünü yüzde 2 oranında büyütür. Araştırma Illinois Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan Arthur F. Kramer tarafından yapıldı.


3.       Brezilya’da yapılan bir araştırmaya göre, 6 ay boyunca haftada 3 kez yapılan 60’ar dakikalık dayanıklılık egzersizi hafızayı geliştiriyor.

4.       Yetişkinlerin hafıza testleri 6 ay boyunca haftada 3 kez yapılan egzersizler sonucunda yüzde 14 oranında daha iyi çıkıyor.


5.       Beynin sağlıklı olması için kalbe iyi gelen yiyeceklerle aynıları tüketilmelidir. Bunlar protein, iyi yağlar, tam tahıllılar ve antioksidan açısından yüksek yiyeceklerdir. Meyve ve sebze de tüketilmelidir.

6.       Kahvaltıda yumurta ve yulaf yenmelidir. Yumurtadaki kolin adlı madde beyin fonksiyonunu güçlendirir. Yulaf da lif açısından zengindir. Bu da kan şekerini düzenler.


7.       Kahvaltı sonrası atıştırmalıkta 8 badem ve 1 avuç yabanmersini tercih edilmelidir. Yabanmersini kan akışını artırır, bademde lif ve protein bulunur.

8.       Öğle yemeğinde somon ve fasülye salatası tercih edilmelidir. Somon omega 3 yağı, fasülye ise lif kaynağıdır.


9.       Öğle yemeği sonrasındaki atıştırmalık için bitter çikolata tüketilebilir. Antioksidan açısından zengindir, kafein de konsantrasyonu güçlendirir.

10.   Akşam vog içerisinde pişirilmiş 5 sebzeli körili - kahverengi pirinç tercih edilebilir. Sebzeler için patlıcan, soğan ve brokoli kullanılabilir.


11.   Akşam yemeği sonrasındaki atıştırmalık içinse bir avuç kiraz ve yoğurt yenebilir. Kirazdaki melatonin uykuyu düzenler. Yoğurttaki protein ve amino asitler sinir sistemini düzenler.

12.   15 dakikada bir su yudumlamak yorgunluğu alır.


13.   Kahve hafızayı güçlendirir ve dikkati toplar. Etkisi 6 saat sürer.

14.   Kahve tercih etmediğiniz durumlarda yeşil çay tüketin. Kafein oranı kahvedekinin üçte biridir.


15.   B12 vitamini yararlıdır.

16.   Kavrama performansı 20’li yaşların ortalarından itibaren düşmeye başlar. Teksas Üniversitesi’nden Doktor Denise Park, bunu geliştirmek için zihinsel olarak karmaşık yeni şeyler öğrenmenin gerekli olduğunu söylüyor.


17.   Beyindeki dil, hafıza ve dikkat alanlarının gelişmesini sağlayan gri maddeyi artırmak için de egzersizler bulunuyor. Bunlar, dans dersi almak, yoga ve meditasyon yapmak, müzik aleti çalmayı öğrenmek, yabancı dil öğrenmek, kavrama geliştirici oyunlar oynamak ve satranç oynamak olarak açıklanıyor.

18.   Beyni geliştirmek için bir diğer yöntem, kitapların özetini çıkarmaktır.

19.   Problem çözmekten oluşan akışkan zekâ testlerine giren kişilerin sonuçları, 1 ay boyunca haftada 5 kez 25’er dakikalık hafıza egzersizleri yaptıklarında yüzde 44 oranında iyileşiyor. Kaynak: http://www.posta.com.tr


10 Ocak 2017 Salı

Dil ve Yürek - Aziz ASLAN

DİL VE YÜREK

Organlarımızdan bazılarının fizyolojik görevlerinin yanında onların yerinde ve düzgün kullanımı ile manevi olarak insanın daha da değerleneceği konusunda fikir birliği vardır. "

"Çatal olur efelerin yüreği, yanık olur anaların yüreği" gibi türkülerimize de konu olmuş birçok deyim hayatımıza girmiştir.

İnsanı dil kıymetlendirir. Dil insanı vezir de eder, rezil de. Hz. Ali'nin dediği gibi; Aklı kıt olan, dilini tutamaz. Mevlanın da dediği gibi; Dili ve sözü bir olmayanın, yüz dili olsa, o yine dilsiz sayılır.

Başarı, yürekli insanların işidir. Kanaat önderleri yürekli insanlardan çıkar. Cesurun bakışı, korkağın kılıcından keskindir. Hedefleri olan ve nereden geldiğini unutmayanlar sayesinde toplumlar yön ve yol alırlar. Ne mutlu ki çelik yüreklilere.

Zirvelerde kartallar da bulunur, yılanlar da. Ancak birisi oraya süzülerek, diğeri sürünerek gelmiştir, önemli olan nereye gelmiş olduklarından çok, nereden ve nasıl geldikleridir.

Nereden, nasıl geldiğini bilerek geçmişini unutmayanlar vefa gösterirler. Beyliği alır almaz babasını kesmezler. Yürekli ve vefalı olanlar sa konum ve şartlar değişse de değerinden bir şey kaybetmezler. İşte tam burada özgüven devreye girer. Çünkü korkmazlar. Yürekleri dillerini de yapıcı yapar. Kendilerince senaryo yazıp, takıntılarıyla saldırmazlar. Başkasının ne yaptığı ile değil, kendisinin ne yapacağı ile meşgul olurlar. Bozgunculuk yüreklilik değildir ve dil gevşekliği ile devam eder.

Bu değerlendirmemizden sonra, şu tavsiyeyi paylaşalım;
Dilini Terbiye Etmeden
Önce Yüreğini Terbiye Et;
Çünkü Söz Yürekten Gelir,
Dilden Çıkar...

10.01.2017 Köşe (Azize)-Kocatepe

9 Ocak 2017 Pazartesi

PEKİ KADINLAR ERKEKLERDEN NE BEKLER? Kadınlar, sevdiğinden emin olduğu erkeğin sağladığı güven ortamında yaşamak ister! Seven ve güven veren birinin dışında, bu ihtiyacı HİÇ KİMSE veremez... Cahide GÜNAY




Peki Kadınlar Erkeklerden Ne Bekler? 

CAHİDE GÜNAY 

Kadınlar, sevdiğinden emin olduğu erkeğin sağladığı güven ortamında yaşamak ister! Seven ve güven veren birinin dışında, bu ihtiyacı HİÇ KİMSE veremez... 

“Sürprizlerle dolu bir erkek bir kadını mutlu edebilir...”

Biz kadınlar için bir ilişkide güven olmazsa olmazlardandır... Kadınlar da ilişkilerinde her zaman güvenebilecekleri, ona her koşulda inanabilecekleri erkeklerden hoşlanır. Güven duygusunu yalnızca kadınlar değil, erkekler de hissetmek ister. İyi bir ilişki için karşılıklı güven bu yüzden çok önemlidir. Biz kadınlar fiziksel olarak değil, duygusal anlamda da erkeklerden yardım bekler. İçinden çıkamadığımız sıkıcı bir konuyu onunla paylaşıp, bir çözüm sunmasını ya da yanımızda olmasını bekleriz. Hatta bir kadını en çok mutlu eden şey de işte budur! Ev ve diğer pek çok şeyle ilgili sorumlukların paylaşılması ilişkinin de daha mutlu bir seyirde ilerlemesini sağlar. Her şeyi rahatlıkla anlatabileceği, her konuda yardım alabileceği bir erkek, kadınların gözünde mükemmel erkektir...

İnanmadığınız ya da hissetmediğiniz bir şeyi sakın söylemeyin kadınlara. Kadınlar yalanı çok çabuk fark ederler. Ona, içinizden gelmediği halde sadece duymak istediği şeyleri söylemeyi seçerseniz bu ilişkinize zarar verecektir. Kesinlikle dikkatli olmalısınız bu konuda... 

Ya çiçekler; Evet beyler, yanlış duymadınız! Bir kadın, aradan kaç yıl geçerse geçsin sevdiğinden her zaman çiçek bekler. Yalnızca doğum günü ya da yıl dönümü gibi özel günlerde değil, hiç beklemediği anlarda da sizden bir buket çiçek bekler. Morali bozuk olduğunda, hasta olduğunda ya da ilgiye ihtiyaç olduğunda... İçinde olduğu durum hiç fark etmez, bir demet çiçek kadınları her zaman çok mutlu eder! Birlikteliklerin ilk zamanlarında o romantik sürprizler, eğlenceli flört dönemleri zamanla yerini sıradanlığa bırakabiliyor. Kadınlar, yıllar geçse bile kendilerine küçük sürprizler yapılmasını bekler. Sürprizler, her zaman büyük bütçeler ayrılmış ya da önceden plan yapılmış şekilde olmak zorunda değil. Bazen alacağınız bir kutu çikolata, en sevdiği pastadan bir dilim, gitmeye bayıldığı bir müzenin bileti ya da en sevdiği restoranda yenecek bir yemek bile bir kadını mutlu etmek için yeter de artar. Biz kadınlar erkeklerden en çok saygı ve nezaket bekleriz. İlişkinin geçmişi ne kadar uzun olursa olsun, ilk günkü gibi her konuda saygı duyulması, fikirlerine önem verilmesi ve ona nezaketle yaklaşılması kadını çok mutlu eder. Biz kadınların ilişkiden ve erkeklerden beklediği şeyler çok da fazla değil aslında. bile. Sürprizlerle dolu bir erkek, kadını mutlu etmeyi de bilir...


Erkek Kadından Ne Bekler? İyi bir izlenim bırakmak için asla ikinci bir şansınız olmaz... Cahide GÜNAY





Erkek kadından ne bekler?



Cahide GÜNAY


"İyi bir izlenim bırakmak için asla ikinci bir şansınız olmaz..."

Erkekler evlenmek istediği kadının buna değecek bir kadın olduğuna inanmak ister, evlenirsem mutsuz olur muyum düşüncei onlar için önemlidir. Erkeklerin evlenmek istediği kadınların özellikleri nedir diye duyduğunuzda bu göreceli her erkeğin düşüncesi farklı diye düşünebilirsiniz.. Erkekler güzel olan, herkesin bakınca beğendiği , bakmaktan keyif aldığı kadınla evlenmek ister. Erkeklerin doğasında güzele karşı bir eğilim ve onla olma arzusu vardır. Evliliklerinde de erkeklerin talebi en güzelini seçip, onla evlenmektir. Erkekler genelde kendisini seven ilgilenen, kadınları tercih eder... Bu her erkeğin evlenmek istediği kadında aradığı önemli özelliktir. Erkek sevildiğini hissettiğinde, bu sevilme hissi onu mutlu eder. Erkekler kadınların tahmin ettiklerinden çok daha fazla ilgiye, sevgiye, şefkate, muhtaç canlılardır. Hiç bir erkek kendisini seven bir kadına karşı kayıtsız kalamaz. Onları koşulsuz, yalnızca o olduğu için seven kadın, erkeği daima mutlu edecektir... Bir çok erkek çocukları çok sever, bu yüzden çocukları seven kadınları severler... Bu kadınların kendi çocuklarına da iyi bakacaklarını düşünürler. Erkekler güzel yemek yapan kadınlardan hoşlanır... Çünkü toplumda erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer, çok dile getirilen bu sözün doğruluk payı büyüktür. Güzel yemek yapan kadın her erkek için cezbedici bir özellik diyebiliriz. Erkekler özgüveni güçlü kadınlarla birlikte olmak ister... Hangi erkek özgüveni yüksek, ayakları yere sağlam basan kadınla evlenmek istemez ki? Kendini yetiştirmiş, iyi vasıflarda, aklı başında bir kadın erkeklerin istediği en iyi modeldir... Fakat erkeğin kendine yeterince güveni yoksa bu kadınla evlenmek istemeyebilirler. Sevdiklerini seven kadın çoğu erkeğin, evlenme tercihinde en çok önem verdikleri konulardan biri evleneceği kadının aile onayından çıkması, yani erkeğin aile bireyleri tarafından sevilen ve uygun görülen bir kadın. Böyle bir kadınla evlenmek, erkek için vicdanen rahat olmak demektir. Erkekler, özellikle anne babalarının evlilik konusundaki fikirlerine, onların öngörülerine çok inanırlar, ne kadar sevseler de, anne babalarının sevmediği bir kadına karşı içlerinde acaba yanlış kadınla mı evleniyorum diye soru işareti kalır. Özeline müdahale etmeyen kadınlar önemlidir onların hayatında... Erkekler kendilerini boğmayan, yaşam alanına çok müdahale etmeyen kadınları evlenmek için daha uygun bulurlar. Onlarında bir özeli olduğunu, heran kadınla vakit geçirmek istemediklerini bilen ve anlayan kadın, istedikleri kadın budur. Yanında sürekli kendisini takdir eden kadın isterler... Erkeklerin evlenmek istediği kadınların en önemli vasıflarından biri, onun fiziksel özelliklerini, yeteneklerini takdir edip, dile getiren kadındır. Bu kadının yanında erkekler beğenilme egolorunu tatmin edip, kendilerini mutlu hissederler. Beğenilmenin verdiği keyfi yaşatan, kendisinin özelliklerini seven kadının yanında olmak isterler. Gereksiz çok konuşan kadınları sevmezler... Çok konuşan, sürekli bir şeyler anlatan kadın erkeği yorar ve ondan uzaklaştırır. Erkekler yerli yerinde konuşan, onu dinlediği zaman keyif aldığı kadını ideal eş olarak görür. Özellikle mantıklı ve zekice konulardan bahsetmişse... Bu onların en çok hoşuna giden yanlarıdır... Düzenli tertipli kadınlar onlar için çok önemlidir... Evi temiz ve düzenli olan kadın istisnasız her erkek için çok önemli, hatta zaruri olması gereken bir kadındır. Hiçbir erkek pis, tembel bir kadınla evlenmek istemez. Yalnız bu temizlik konusunda aşırıya kaçıp titizlik derecesinde olan kadın da adamı kendisinden uzaklaştırır. Erkek kadında ten uyumuna çok önem verir, erkekler için hatta tüm canlılar için dokunmaktan, onla olmaktan zevk aldığına yakın olmak isteği vardır. Hatta çoğu erkek sırf ten uyumu olduğu fakat anlaşamadığı kişiyle evlenmeye karar verebiliyor, yani tensel uyum bu kadar önemli. Kendisini olduğu gibi kabul eden kadın onlar için ideal modeldir... Erkekler artısıyla eksisiyle kendilerini olduğu gibi kabul eden, değiştirmeye çalışmayan kadınla olmak isterler. Mükemmeliyetçi kadınlar erkekleri yorar, ondan uzaklaştırırlar. Uyumlu, sorun çıkarmayan kadın erkeğin aradığı kadındır.



"Kadın Gözüyle İşte Erkekler Kitabından 2007"

Ahilik Kültürü - Aziz Aslan

AHİLİK KÜLTÜRÜ- Aziz Aslan           Ahilik, Anadolu Selçuklu Devleti'nin son dönemleriyle Osmanlı Devleti'nin kuruluş dönemi aras...