5 Aralık 2016 Pazartesi

Osmanlıda Aşk ve Evlilik - Şükrü Şimşek

OSMANLIDA AŞK VE EVLİLİK

 Gençlerin evlenme zamanı geldiğinde, istedikleri kızın özellikleri bu konuyu konuşmaktan sıkılmayacağı bir akrabası, dadısı ya da süt ninesi tarafından uygun bir şekilde sorulur, öğrenilirdi. Gencin annesi, akrabalarından, yakınlarından ve diğer yerlerden gelin olacak kızları araştırır, etraflıca öğrenirdi. Daha sonra kız görülmeye gidilirdi. Evlenmeye aracılık eden ailenin yaşlılarının, tanıdıkların yanında geçimini, bu işten kazanan hanımlar vardı. Bunlardan başka konaklara şal, mücevher ve benzeri eşya satmak için gidip gelenler de bu hizmette bulunurlardı. Görücüye gelenler, evdekilerce karşılanır, misafir odasına alınır, ikramda bulunulurdu bu arada, diğer odada kız hazırlanır, saçları ve üstü düzeltilir, hazır olunca misafir odasının kapısının dışına gelir, beklerdi. Kahve ikramı yapılacağı sırada kız da odaya girer, misafirler ayağa kalkmaz, yerlerinde kalırlardı. Kız, misafirlerin tam karşısına konmuş bir sandalyeye, görücülerin hepsine başıyla selam vererek oturururdu. Bu arada, kahveler de verilirdi. Kızın misafirlerin yüzlerine dik dik bakması, gülmesi, eteğiyle oynaması, parmaklarını çıtlatması, eteğini çekip örtmesi veya parmağındaki yüzükle oynayıp çevirmesi, sert sert cevap vermesi ayıp karşılanır, terbiyesizlik sayılırdı. Görücülerin de kızın ismini, yaşını sorması, tahsilinden söz etmeleri, hepsinin gözlerini kıza dikip bakmaları ve o sırada birbirlerine sokulup aralarında konuşmaları da çok ayıp sayılır, terbiyesizlik, saygısızlık olarak kabul edilirdi. Her iki taraf bu davranışlardan çekinirdi. Vakit gelip, görücüler ayrılacaklarında, kız da hepsini saygılı bir şekilde başıyla selamlayarak odadan çıkardı görülen kız, alacak kimseye; bir mâni çıkar da kısmet olmazsa, çocuğun gönlü o kızda kalmasın diye ne fazla övülür, ne de mübâlağa ile anlatılır, ikisi ortası bir tarif yapılırdı. Her şeyden evvel evlilik, Allahû Tealâ'nın indinde kutsal bir müessesedir, mukaddes bir müessesedir. Çünkü, evlilik bir kaderdir. Ne zaman bir iradenin yeterliliği söz konusu değilse, ikinci bir iradenin mutlaka devreye girmesi gerekiyorsa, bu olay kaderi ifade eder. Eğer bir olayın tamamlanması için bizim irademiz yeterli değilse, en az bir iradeye daha ihtiyacı varsa ki; evlilik müessesesi sadece iki tarafın "evet" demesiyle de gerçekleşmez; iki tarafın da tarafları vardır. O tarafların da rızasını almak asıldır. Öyleyse, evlilik çok yönlü bir olaydır ve birçok kişinin rızasını gerektirir, birçok irade devreye girmelidir. Kız tarafının annesi, babası, akrabaları; erkek tarafının annesi, babası, akrabaları, yakınları, iki tarafın da yakınları. Bunlar hep biraraya gelecekler, düşüncelerini bildirecekler birbirlerine, neticede bir karara ulaşacaklar. Öyleyse, "EVLİLİK" adını verdiğimiz müessesede bir tarafın iradesi hiçbir zaman yeterli değildir. Mutlaka başka iradelerin de devreye girmesi gerekiyor. Diyelim ki; bazı gençler annelerinin, babalarının ve başkalarının rızasını almadan bir evlilik müesseseseni gerçekleştirirler. Öyle olduğunu kabul etsek bile gene en az iki tane irade var. Ne erkeğin, ne de kadının tek başına bu kararda söz sahibi olması mümkün değildir. Demek ki; herhâlükârda, mutlaka bir başka irade devreye giriyor. Taraflardan birinin iradesi hiçbir zaman evlilik için yeterli değil. Öyleyse, evlilik kesin olarak bir kaderdir. Kaderse, bu konuda Allah söz konusudur. İşte asıl olan, bir evliliğin Allah'ın emrettiği biçimde evlilik olmasıdır. İşte Osmanlı evliliği, bu evliliklerin Allah'ın vücuda getirdiği statüdeki sonucudur. Genellikle Osmanlı'da eşler birbirlerini görmeden evlenirlerdi ve anne, baba ve iki tarafın yakınları tarafları görürler, ona göre bir karara varırlardı. Anne kızı görür, baba delikanlıyı görür ve taraflar hacet namazı kılarlar, Allahû Tealâ'dan sorarlar ve Allahû Tealâ'nın dizayn ettiği bir statü içerisinde evlilik müessesesi oluşur ve iki taraf nikâh müessesesi tamamlanana kadar birbirlerini çoğunlukla görmezlerdi. Osmanlı öyle ailelerin sahibiydi ki, evlilik müessesesi tamamlandığı zaman, ölüme kadar genellikle evlilik devam ederdi. Öyleyse, düşünün; taraflardan ikisi de tasavvufta ve Allah'a sorarak karar veriyorlar. Allahû Tealâ'nın uygun görmediği hiçbir nikâhın gerçekleşmesi söz konusu değil. Böyle olunca evlilikler sonsuz ömürlü oluyordu ve taraflardan birinin ölümüne kadar evlilik müessesesi devam edip gidiyordu. Sonra, ne zaman ki sarayda evliyanın yerini cinci hocalar aldı, zaman içerisinde Osmanlı'da da su katılmış bir evlilik müessesesi oluşmaya başladı, "hulle" denilen bir müessese oluştu ve tarafların yavaş yavaş Allah'ın emrettiği evlilik biçiminin dışına doğru taştıklarını görüyoruz.


Yetişkin genç ev hanımı olarak yetiştirilme tarzları Kız çocuklara okuma, dînî vazifeler öğretilmesinin yanında mutlaka ev içinde, yaşına uygun sorumluluklar verilirdi. İyi bir ev hanımı olarak yetiştirilebilmeleri için çok titizlik gösterilirdi. Evlendiği zaman evin işlerini tek başına yapabilmesi; evi en ekonomik şekilde idare etmesi için gereken yetenekler kazandırılmaya çalışılırdı. Çeyiz olarak götürecekleri çamaşır, yatak ve yemek takımlarını genç kızlar kendileri yaparlardı. Her evde mutlaka bir ve gerekiyorsa birden fazla bez dokuma tezgahı bulunur, bunlarla evin ihtiyaçlarına yönelik kumaşlar, gömleklik, çamaşırlık ve çarşaflık bezler dokunur ve bu işler hanımların en önemli işlerinden sayılırdı. Yetişmeye başlayan kızlar, evlenme zamanı yaklaşınca tezgâh başına oturtulur, kadınlık vazifesi olarak bu işe alıştırılır, sıkmadan, öğretilmeye çalışılırdı. Ev hanımları, daha küçük yaşlardan ev içinde sorumluluk verilerek, ev işlerine alıştırıldıklarından, ömürleri yalnız tezgâh başında bez dokumakla geçmezdi. Çok düzenli ve dakik olan Osmanlı hanımları, her işin vakit ve zamanını çok iyi tayin eder; küçük hanımları da her işi vaktinde yapmaya alıştırırlardı. Zamanında iş görür, vaktinde dinlenirlerdi. Gelen misafirlerle eğlenip gezmek, boş kalındığında yine eğlenerek vakit geçirmek amacıyla örgü, nakış yapmak; saz biliyorsa sazla neşelenmek için vakit ayırırlardı. Ailenin kilerlerini gözden geçirirler, düzen ve temizliği için tedbirler alırlar, eksikleri belirlerlerdi. Bütün bunlar her sınıftan hanımın şahsî işlerindendi.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ahilik Kültürü - Aziz Aslan

AHİLİK KÜLTÜRÜ- Aziz Aslan           Ahilik, Anadolu Selçuklu Devleti'nin son dönemleriyle Osmanlı Devleti'nin kuruluş dönemi aras...